IKSV Caz Festivali her sene olduğu gibi yine başarılı bir organizasyon ve muhteşem konserlerin ardından sona erdi. Emin Fındıkoğlu, Joan Baez, Marcus Miller, Jools Holland gibi önemli isimler festivalde ağırlandı. Festivalden bu büyük isimlerle değil de onlara göre biraz daha “underdog” sayılabilecek 3 muhteşem sanatçıyla bahsetmek istiyorum.
IMELDA MAY
İrlanda’nın asi kızı Imelda May… ‘Johnny Got A Boom Boom’ şarkısı ile 2007’de kendince bir üne kavuşan Imelda May aslında gördüğü değerin çok daha fazlasını hak eden büyük bir potansiyel. Genellikle ‘rockabilly’ türünü günümüze uyarlayan İrlandalı şarkıcı olarak anılan Imelda, sadece uyarlamakla kalmıyor pin-up kızlarını anımsatan giyim tarzıyla ve sahnedeki tavırlarıyla adeta yaşayan rockabilly olarak karşımıza çıkıyor. Tabi kendisiyle özdeşlemiş olan saç stilini de unutmamak lazım.
IKSV Caz Festivali kapsamında konser Harbiye Cemil Topuzlu Açık Hava Sahnesi’nde gerçekleşti ve Jools Holland’dan hemen önce sahne aldı. Tahmin edersiniz ki insanlar çoğunlukla Jools Holland’ı dinlemeye gelmişlerdi ve Imelda May’in kim olduğuna dair fikirleri çok fazla yoktu. Erken saatte çıkmasının, insanların Jools Holland’ı beklemesinin, sesin Jools Holland konserine oranla daha kısık olmasının (genel bir problem olduğunu düşünmüştüm ancak Jools Holland çıkınca ses yükseldi) ve hepsinden de öte konserin oturulan bir konser alanında olması nedeniyle Imelda May’in bütün enerjisine, performansına, müziğine rağmen konser özellikle ilk birkaç şarkıda; üniversite festivallerinde ana sanatçı öncesi çıkan üniversiteli amatör grup performansı gibi görünüyordu. Böyle mi gidecek, bu başarılı performansa rağmen seyirci konseri benimseyemeyecek mi derken Imelda May’in seyirci ile iletişim kurmaya başlamasıyla o hava konserin ortalarına doğru dağıldı. Yine de bu kadar enerjik, insanları ayağa kalkıp konser boyu dans etme isteğiyle dolduran bir performansın böyle bir sahnede değil de ayakta seyredilen daha genç bir festival sahnesinde olması gerektiğini düşünüyorum.
Imelda neler yaptı derseniz müzik videolarında gördüğünüz gibi konserde de enerjik, munzur bir kız çocuğu gibiydi, 40’lı yaşlarda olduğuna inanmak gerçekten zor. Şarkılarını yazarken etkilendiği İrlanda efsanelerini anlatmaktan tutun da dans eden küçük bir kız çocuğunu görüp sahneye kendisine eşlik etmeye davet etmesine kadar her anlamda seyirciyle bağlantı kurmaya çalıştı. Başarılı bir ekiple çaldığını da söylemeden geçmeyeyim. Hepsinin enerjisi son derece yüksekti.
Imelda sahneden ayrıldıktan sonra gecenin sonunda bir sürpriz daha yaptı. Jools Holland bis yapmaya çıktığında Imelda’yı yanına çağırdı ve Jools Holland eşliğinde söylemeye başladı. Tabi Jools Holland’a eşlik eden 3 muhteşem vokal’in yanına bir de Imelda May eklenince tadından yenmez bir bis oldu.
Bu kadar konuştun Imelda May’den neler dinleyelim derseniz:
TİGRAN HAMASYAN
Gelelim Tigran Hamasyan’a…Konser öncesinde fazla takip ettiğim bir müzisyen değildi. Birkaç parçasını sıklıkla dinlesem de albümlerini baştan sona dinleyip üstüne kafa yormamıştım. Ermeni asıllı caz piyanisti aynı zamanda son derece başarılı bir besteci. Etkilendiğini söylediği Ermeni halk müzikleri, aynı toprakların insanları olarak bizlere hiç de yabancı değil. Bu ezgileri caz ve progresif rock ile de harmanlayarak bize ulaştırdığı eserler aklınızı başınızdan alıp çok uzak diyarlara götürebilir.
Türkiye’de bir hayran kitlesi olduğunu biliyordum. Çoğunluğunu müzisyenlerin oluşturduğunu düşündüğüm bu hayran kitlesi nedeniyle konserinin de dolu olacağına emindim ki öyle oldu. Sam Minaie ve Arthur Hnatek’in eşlik ettiği konserde seslerin son derece başarılı geldiğini belirtmeden geçemeyeceğim. Onca aksak, eksik ölçüye; ritimler arası geçişlere rağmen grubun uyumu muhteşemdi, adeta albüm kaydı gibiydi. Tabi kayıtlardakinden farklı bir etken vardı bu sefer. Mekânın akustiği, tonlar, sahnedeki duruşlar ve hareketler de işin içine girince Tigran’ın performansı çok daha vurucu oldu. Ne konser sırasında yanınızdakine bir şey söyleyebiliyordunuz, ne de konser bittikten sonra konuşmanız mümkündü; kendime gelip konuşmaya başlamam yarım saati buldu sanıyorum. Zaman zaman sahnede bir Dream Theater ya da Liquid Tension Experiment izliyormuşum gibi hissettiğim anlar da oldu.
Genellikle enstrümantal konserlerin sıkıcı olmasının önüne geçebilmek için setlist özenle hazırlanır. Çok uzun tutulmaz, temponun sıkça değişeceği şarkılar sıraya konulur ve konser bitiminde çok büyük hayranı değilseniz bu tarz konserlerin süresi size yeterli gelir, 1 saat iyi bir süredir. Bu konser bir istisnaydı çünkü Tigran Hamasyan ve ekibi sahneden ayrıldıktan sonra dolu salonun alkışları kesilmedi ve geri dönüp bis yaptılar. Ama bu da yetmedi seyirci tekrar sahneden ayrılmalarından sonra ayakta alkışlamaya devam etti ve bir gruptan “Kars” sesleri yükseldi. Bu kez sadece bis de değil, doğrudan şarkı beklentisinde olan bir seyirci vardı, “Kars” istiyorlardı. Tigran tekrar sahneye çıktı, piyanoya oturdu, başladı ve alkışın durmamasıyla arkadaşlarını da davet etti. 2 bis toplamda yaklaşık yarım saatlik bir performans daha izlememizi sağladı ki Tigran Hamasyan ve ekibinin de konserdeki seyirci katılımından memnun olduğunu ve en kısa zamanda tekrar Türkiye’de konser vereceklerini düşünüyorum.
Tigran’dan doğrudan bir şarkı önermek yerine 2014 albümü “Mockroot”u öneriyorum. Çok tanıdık ezgiler bulacağınıza da eminim
MELODY GARDOT – CURRENCY OF MAN
Büyük pişmanlığımdan bahsederek başlamak istiyorum. Melody Gardot’nun Sepetçiler Kasrı’ndaki konserini izleyemedim. O yüzden Melody Gardot’nun konser performansıyla ilgili söyleyebileceğim şeyler youtube’daki konser videolarını açıp yorum yapmaktan öteye gidemez. Bu nedenle doğrudan yeni albümü “Currency of Man”den bahsetmenin daha doğru olacağını düşünüyorum.
Genellikle bir albümü ilk dinlediğinizde sizi fazla sarmaz, etkisine almaz. Ancak birkaç kere dinlediğiniz zaman detayları fark etmeye başlarsınız, sizi kendine bağlar. “Currency of Man” bu anlamda bir istisna. Albümü ilk dinlediğimde beni çok etkilemişti, büyüsüne kapılmıştım. Sonraki dinleyişlerimde o ilk etkiyi bulamasam da hâlâ başarılı bir albüm olduğunu düşünüyorum. Bunun sebebini sorguladım ve sanırım cevaplar bende. Albüm sinematografik bir havaya sahip ve albümle aynı duygusal frekanstaysanız sizi alıp götürüyor, gözünüzün önüne sahneler getirmeye başlıyor. Ama eğer ki dinlerken albümle tamamen aynı frekansta değilseniz işte o zaman tekrarlayan melodiler, “loop”lar yormaya başlıyor ki bence gereğinden fazla tekrar içeren bir albüm olmuş olması tek büyük eksisi.
Albüm’de bence yapımcının başarısı fazlasıyla öne çıkıyor. Albümün yapımcılığını üstlenen Larry Klein zaten Tracy Chapman, Herbie Hancock, Joni Mitchell gibi isimlerin de yapımcılığını yapmış olan başarılı bir yapımcı ve caz basçısı. Albümdeki “koyu lacivert” derinlik hissi normalde vokali boğması beklenebilecekken Melody Gardot’nun sesi güçlü bir şekilde ön planda. Albüm bana kalırsa parçaların özelliklerine göre ikiye ayrılabilir. Bir yanda daha sinematografik, daha orkestral ‘If I Ever Recall Your Face’, ‘Once I Was Loved’, ‘After The Rain’, ‘Burning My Troubles’ gibi şarkılar varken; diğer yanda daha güçlü, canlı bir bas eşliğinde daha melodik ama çok tekrara sahip ‘Don’t Misunderstand’, ‘Same To You’, ‘She Don’t Know’ gibi parçalar var. Ben kişisel olarak bu ikinci tarz şarkıları dinlemeyi daha çok tercih ediyorum.
Bu albüm öncesinde Melody Gardot’u çok beğenen, sürekli takip eden bir hayranı olmadığım için albümü beğendiğimi söyleyebilirim. Ama parçaları “modern caz klasikleri” olarak anılan, kült bir hayran kitlesi olan biri olarak Melody Gardot; bu albümle biraz da olsa farklı bir iş ortaya koyarak risk almış. Ayrıca Gardot’nun da ifade ettiği gibi Larry Klein ile birlikte müziğin “elektronik” yanlarını da keşfetmiş. Hayranlarının bazılarının bu albümde eskiden aldıkları tadı bulamamaları biraz da bundan kaynaklanıyor olabilir. Hiç Melody Gardot dinlemeyen ya da az aşinalığı bulunan biriyseniz “Currency of Man” kesinlikle önereceğim bir albüm. Ama tanıdığım kült hayranları eski tadı bulamamışa benziyor. Yine de, sevdiğim bir arkadaşımın sıkça hatırlattığı gibi “Bob Dylan’da 1965 Newport Folk Festivali’nde akustik gitarı bırakıp Fender Stratocaster’ı aldığında büyük tepki toplamıştı”. Hangisinin “gelecek” olduğunu bilemeyiz, belki de Melody Gardot’u artık böyle albümlerle dinleyeceğiz, şahsen hoşuma gider.
Albümde beğendiğim şarkılardan bazılarını paylaşmam gerekirse: