Sene 70’ler, New York’un cavcaklı dönemleri. Vinyl’ın ne hikayesi olduğunu söyleyebilmek mümkün değil; bir yandan bir plak şirketi yöneticisinin (yahut yedinci bölümde kendilerine hitap ettikleri gibi, “müzik adamı değil, plak adamı”) haşarı müzik camiasında ayık kalarak şirketini ayakta durmaya çalışması, bir yandan popçuların cirit attığı işbu camiada punk’ın mevta olmadığını kanıtlamaya çalışan İngiliz Nasty Bits’in yaşam mücadelesi, kafayı biraz sağa çevirip bakınca kendini seks, uyuşturucu ve rock’n’roll batağına sokmaya çalışan alt düzey çalışanların mücadelesi; ama nereden bakarsan bak, pisliğin ve serseriliğin şırıl şırıl aktığı müzik endüstrisine Sevda Demirel tokadı tadında bir dizi Vinyl.
Dizi, batmakta olan ACR (tersten okuyunca allah değil RCA diyor. bkz.: Müzik endüstrisinin allahı gibi bir şey. Tesadüf? Sanmam.) isimli plak şirketi etrafında dönüyor. Yetkili abimiz Richie Finestra, vaktinde Andy Warhol’lara ilham kaynağı olmuş eşi Devon ve ailesi için içkisini ve türlü yaramazlıklarını bırakarak şirketini ayakta tutmaya çalışıyor. Andy Warhol, dizinin tek geçmişten gelen karakteri de değil. Vinyl’ın misafirleri arasında David Bowie, Elvis Presley ve kimliği açıklanmasa da (söz vermeyeyim ama, çok büyük ihtimalle) gerçek karakterlere dayanan birçok müzisyen var. İzletirken düşündüren, bulmaca çözdüren dizi Vinyl, sizi bölüm ortasında durdurup “Is Nasty Bits based on Sex Pistols?” google’latıyor; sabaha kadar çiğdem çitleyip hayran forumları okutuyor, her yeni teoride de “hoooaydaaaa” nidası attırıyor.
90’lı yıllarda Vinyl, henüz “Long Play” isimli bir projeyken Jagger baba Scorsese’ye konuyu açıyor, aradan birkaç yıl geçtikten sonra da ilk bölümü yönetme onuru yine müzikli sahneleriyle gönlümüze taht kurmuş Scorsese’ye düşüyor. Jagger’ın gerek işbu dönemdeki aktifliği, gerek kulak pası silici soundtrack’ler üzerindeki dokunuşu yeni bölümlere gün saydırtıyor. Mick Jagger’dan bahsetmişken, dizideki Nasty Bits’in solisti son derece İngiliz Kip Stevens’ı da bir başka Jagger, Mick bey amcanın oğlu James Jagger canlandırıyor. Bir yandan “Kip Stevens gibi serseri bir punkçıyı bir Jagger’dan daha iyi kim oynayabilir ki?” diye düşünürken, cast’in kalanını düşününce aklıma “torpil mi?” düşünceleri gelmiyor değil. Dizinin 7.bölümünde bol bol gördüğümüz ve ağzımızı açık bırakacak eylemlerde bulunan dışarıdan-iyi-aile-babası-içeriden-serserinin-allahı Zak Yankovich karakterini Ray Romano, bildiğimiz Everybody Loves Ray’deki Ray canlandırıyor. Böyle bir casting kararı yüzünden Zak karakterini ciddiye almak, kendisine aşık eden kötü adam karizmasına kapılmak pek mümkün değil –bu da dizinin bir karakter, dolaylı yoldan bir hikaye kaybına yol açıyor.
Diziye henüz başlamamış ama başlayacaklar için önceden birkaç uyarıda bulunmam gerek gibi hissediyorum. Dizi felaket bağımlılık yapıyor. Dönemin müziklerine (soul olsun, funk olsun, punk da olsun) biraz ilginiz varsa kendinizi olaya çok kaptırıp, 80’lerde gazinodan çıkmayan işsiz prodüktör gözlüğü takarken, işbu dönemden kalma cinsiyetçi esprileri yaparken bulabiliyorsunuz. Sorumlulukla izleyiniz.