En baştan uyarmam gerekiyor, bu yazı bir albüm eleştirisi değil. Bu yazı, kolektif olarak hissedip dillendiremediğimiz, oldukça şahsi bir eleştiri, bir kalp kırıklığı yazısı.
Sevgili Miles ve Alex, siz bu satırları oku(mu)yorken ben çok uzaklarda The Age of The Understatement’ı dinliyor olacağım. 2008 yılında, henüz liseli bile değilken, MTV’de artık her ne çıkıyorsa onu dinliyor, alternatif müzikle yeni yeni tanışıyorken tanıdığım, ilk dinleyişte The Last Shadow Puppets değilsiniz. Bunun için sizi suçlayacak değilim, zamanlar değişiyor, biz de değişiyoruz. Bunun için sizi kirletenleri, Amerika’yı, her kimse ve neyse onları suçlayacağım.
2009 yılıyla değişmeye başladı her şey. Mahalleden abimiz gibi bildiğimiz, sümsük ve sünepe Alex’in Amerika’ya taşınmasıyla. Alexa’yla ilişkisi esnasında jantilik sularında yüzmeye başladı önce. Şekilsiz t-shirtleri yerini blazer’lara, dar pantolonlara bıraktı. Gözünde daha önce görmediğimiz şekil şukul güneş gözlükleri vuku buldu. Şikayetçi değildik, bu dönem Humbug’ımız, Josh Homme prodüktörlüğünde çıkan kutsalımızı bize getirdi çünkü. Biz daha bu dönemde Arctic Monkeys’le beraber, yan yana büyüyorduk. Biz değiştikçe, o da bizle değişiyordu. Yağlı Cobain saçlarımızı yıkayıp temizleniyorduk. Humbug’da da görmezden gelemeyeceğimiz The Age of The Understatement sound’u vardı, farklı enstrümanlar duyuyorduk. Miles Kane çok iyi gelmişti Alex Turner’a. Alex’in şairliği, Miles’ın müzikal vizyonuyla birleşmişti. Albüm materyalleri, video kliplerinin görsel bütünlüğü bizi Sovyet Rusya meraklısı haline getirmişti. Seviyorduk, ne bileyim, geri de seviliyorduk nazarımda arktik abilerimiz tarafından.
zamanımızın Lennon ve McCartney’i dedik..
2011, ikilinin ayrı albüm haberleriyle geldi. Miles Kane’in kulaklara ziyafet albümü Colour of the Trap’le tanıştık önce. Fransız tınıları, Harry Potter ve Ateş Kadehi’nden tanıyıp gönlümüze taht kurduğumuz Clémence Poésy’nin Happenstance vokalleriyle destekleniyordu. Alex Turner’ın şarkı sözlerine el attığı her halden anlaşılıyordu. Her şey misler gibiydi. Cornerstone’un travmatik klibini de atlatıyorduk. Sonra Suck It and See geldi. Kimseye yalan borcum yok –Suck It and See harika albümdür nazarımda. Çok ama çok üzücü eleştirilere rağmen daha yumuşak dinlemeli, daha aşk kokulu sözleri dinlemeye alıştık ve sevdik de. Bizimle büyümeye devam ediyordu Arctic Monkeys işte. Her şey iyiydi.
Sonra dananın kuyruğu koptu. 2013’te Arctic Monkeys resmi olarak bir pop grubu oldu, ve biz geri dönemedik. Alex Turner, anaokuldan tanıdığımız ve eskiden çok sevdiğimiz; ama şimdi Anj’a gidip bistroya cüzdan-sigara paketi-araba anahtarı bırakan, dar beyaz tişörtünü kocaman markalı kemerle giydiği pantolonunun içine sokan; sadece hal hatır için görüştüğümüz o arkadaşa döndü. Burayı çok Alex Turner Show’a çevirdiğimin farkındayım, ama ne yalan söyleyeyim, Everything That You’ve Come to Expect’te çok fazla etkisi olduğuna inanıyorum.
..borçlu çıktık.
2 hafta kadar önce de beklediğimiz hiçbir şeye benzememesiyle bizi kendi ironisi içidne boğan o albüm çıktı. Kendime beklentimi yüksek tutmama sözü vermeme rağmen, neresinden baksan Alex Turner’ın “AM’le mutlu edemedik, aynı çabayı alıp azcık da şurdan verelim” çabasına kurban giden, Miles Kane’i de nasıl olduysa peşinden sürüklemeyi ve çok sevdiğimiz yaylılarını susturmuş bir albüm çıkardı The Last Shadow Puppets. Suck It and See’nin akustikliğine, AM’in rock-pop karışımı averaj sound’una sürekli çağrışım yapan bir albüm TLSP albümü müdür? Albümle aynı ismi taşıyan, albümü en çok temsil eden şarkı olması gereken Everything That You’ve Come to Expect bile Alex Turner’ın kadim dostu Mini Mansions’ın Zachary Dawes’un etkisinden çıkamamışsa, nasıl bir TLSP albümünden konuşabiliriz?
Şu noktaya kadar haklarında tek bir iyi söz söylemediğimin farkındayım. Sezar’ın hakkını Sezar’a vereceğim. Everything That You’ve Come to Expect kötü bir albüm değil. Everything That You’ve Come to Expect, berbat bir The Last Shadow Puppets albümü. Çünkü bizim bildiğimiz ve sevdiğimiz, yeni albüm haberlerini Pavlov’un köpeği gibi ağzımızdan salyalar akarak beklediğimiz; söz yazarlığı adına “makes me wanna blow the candles out, just to see if you glow in the dark” sözlerini bize armağan etmiş Alex Turner için kara bir leke olan Bad Habits, single olarak çıktığında “dur bakalım ya belki değişik yerlerde de yüzdük, ama aslımızdan kopmadık gibi olur” diye kendimizi avuttuğumuz; 2008’de çıkmasına rağmen unutamayıp 2013’te hala dün çıkmış gibi heyecanla dinlediğimiz The Last Shadow Puppets’a dair hiçbir şey yok bu albümde.
Beklentilerimi düşük tutamadığım için mi, yoksa çok düşük beklentilerimi de karşılayamadıklarından mı bilmiyorum. Ama biz The Last Shadow Puppets’ı 1 Nisan’da çıkardıkları albümü hakikaten şaka sanayım diye sevmedik. Biz onları, bize anlattıkları savaş hikayeleriyle, Sovyetvari video klipleri ve sahneleriyle (bkz.: Tankın üzerinde dünyanın en chill şeklinde bacak bacak üstüne attıkları The Age of The Understatement videosu), bir gerilim filminde hissettiren yaylı ve üflemeli çalgılarıyla sevdik. Yeni halleriyle de sevebilecek miyiz, bu benim verebileceğim bir söz değil.