Geçtiğimiz günlerde ilk bölümünü yayınladığımız sohbetimizin ikinci bölümüyle yeniden buradayız. Yeni albüm hazırlığında olan Furtherial ile biraz yeni heyecanlarının ipuçlarını paylaştık, biraz da müzikli mevzuuları masaya yatırdık. Keyifle okumanız dileğiyle…
“An unexamined life is not worth living” [Socrates]
Üçüncü albüme gelelim biraz ne aşamadasınız? Yeni albümün olayı nedir?
Başer: Demolarını bitirdik gibi. Davul ve gitar bitti, bas gitar kaldı. Solo bölümleri var, sözler yazılmadı daha…
Bora: Taslak halleri bitti gibi.
Başer: Taslakları dinlediğimizde, müzikal olarak bize fikir veriyor şimdiki halleri. İçimize de siniyor. Konsept olarak da bu sefer bir konuyu albüme yayma düşüncesi de var. Genel bir atmosfer yaratmak istiyoruz.
Bora: Soyut bir şey olacak gibi…
Başer: Evet, soyut, daha felsefi… Oradaki durum da şu, albümün havası bir yolculuk gibi. Vals gibi… Yer yer değişiyor, sonra yükseliyor alçalıyor gibi… Daha başlamadık işin o kısmına, belki yine masalcıya da bağlayabiliriz…
Bora: EP’nin de belli az çok…
Başer: EP’nin de belli evet orada ufak bir hikaye anlatıyoruz. Yalnız kalmış bir ağaç var, bu ağaç kendi gibi olan bir türün varlığına inanıyor. Ve işte köklerini söküp yürümeye başlıyor, aramaya başlıyor türdeşlerini. Onları görüyor, ama ulaşamadan ölüyor. Onu da masalcıya bağlayabiliriz, her şeyi bağlayabiliriz içinde ölüm olan. (gülüyorlar) Avutulmak lazım çünkü…
Tarzınızı nasıl tanımlıyorsunuz?
Başer: Karma bir tarz…
Berkay: Bilmiyorum valla…
Bora: Şimdi death, thrash filan yazıyoruz, ama death metal de değil, thrash metal de değil. Progresif öğeler var, ama progresif deyince insanların aklına gelen tarzda da değil hiç. Şey gibi geliyor bana hep, biraz daha sıkıştırılmış Opeth gibi geliyor.
Başer: Evet… Onlar da extreme metal türünde tanımlıyor zaten kendilerini. Biz de extreme metal diyebiliriz yani.
Bora: Şey gibi, Mastodon ne tarz yapıyor?
Başer: Mastodon, Mastodon işte…
Bora: Hah biz de Furtherial, Furtherial işte…
Başer: Ama o sözün altını, kendimize has birtakım tınılarla biraz doldurduk. Onu artık, bu Furtherial’ın tarzı, denilebilecek hale getirdik. Günümüzde zaten çok karman çorman ya bütün tarzlar. 80’lerdeki gibi değil… Grup thrash ise thrash yapmıyor yani…
Bora: Bu bir yandan da iyi bir şey aslında, rahatça tanımlayamamak.
Başer: Çok fazla sınır çizmiş oluyorsun o zaman. Bu çerçevenin dışına çıkmayayım gibi.
Bora: Aslında tabii bir çerçeve var.
Başer: Var, ama o çerçeve biziz.
Bora: Aynen…
Neler dinliyorsunuz peki?
Bora: Gojori! (Gojira’yı kastedip gülüyorlar)…
Berkay: Neleri dinlemiyoruz ki…
Bora: Şimdi bizim bir de Razor olduğu için, cover işi de yaptığımızdan milyon tane şey dinliyoruz. Bir de haftada iki gün çalıyoruz, iki farklı repertuar gerektiriyor. O yüzden zaten çok geniş oluyor o yelpaze. Metal olarak ben mesela (düşünüyor), bizimkiler pek sevmiyor ama eski thrash Slayer filan hala dinleyen bir adamım. Gojira, Mastodon, Leprous çok dinledim geçen sene, David Gilmour’un son albümünü çok dinledim, ne bileyim bu ara Radiohead çok dinliyorum…
Berkay: Enteresan…Radiohead…
Bora: Ben severim… Pink Floyd filan da zaten çok severim. David Gilmour’un albümü çok iyi, onu baya dinledim. Yansımalar da dinlerim mesela, türkü de çok dinlerim…
Berkay: Tamam, Münir Nurettin Selçuk da dinliyoruz da…
Başer: Bizim böyle birbirinden çok farklı tarzlarda bir araya gelen dört adamdan oluşan bir grubumuz var.
Berkay: Önder mesela hiçbir şey dinlemiyor… (gülüyorlar)
(Önder, grubun bas gitaristi işi dolayısıyla aramıza katılamadı, grup elemanları da bu durumun hıncını alırcasına eğleniyor kendi aralarında)
Başer: Önder zaten atlamalı zıplamalı şeyler dinliyor.
Bora: İtlik serserilik metalciliği… (gülüyor)
Başer: Onun en çok söylediği grup hangisiydi, While She Sleeps. Güzel müzik yapıyorlar da isimden kaybediyorlar işte… Hardcore filan, Lamb of God da dinliyor… Ortak noktamız biraz Gojira aslında. Müzikal olarak zaten uyumlu bir adam… Benim daha şahsına münhasır dinlediğim gruplar var. Skogen diye bir grup var mesela, black metal yapıyorlar ama onun da vahşi tarafı değil daha pastoral konseptli gibi…
Berkay: Konuları orman mı onların da? Ağaç filan…
Başer: Skogen galiba orman demek hatta İsveç dilinde…
Berkay: Oha… Direkt… (gülüyorlar)
Başer: Ulver diye bir grup var mesela, her albümünde başka tarz yapıyor adamlar… O kadar rahatlar yani… Black metal tarzında ara ara dinlediğim, sevdiğim gruplar var benim. Ama hırpani tarafı değil de daha duygusal yanları hoşuma gidiyor… Epic tanımı daha cezbediyor beni metal müzikte. Hem böyle duygusal, hem güçlü…
Bora: Haklı gurur… (gülüyorlar)
Bir sonraki durak neresi?
Berkay: Dorock! (gülüyorlar)
Başer: Bu arada gerçekten bir sonraki durağımız Dorock… (röportajı yaptığımız tarih Mayıs’ın ilk haftası, grup hafta sonunda Dorock’ta bir konser verecekti)
Var mı planlarınız yeni konserler filan?
Berkay: Vizelerin kalkma ihtimali var, onu bekliyorum ben aklımda var bir şeyler…
Bora: O daha kesin değil ama…
Berkay: Vize büyük sıkıntı. Yunan bir grupla ya da Fransız bir grupla eşit şartlarda yarışmıyorsun. Adam atlıyo karavanına birkaç konser ayarlanıyor, dolaşım masrafı vs bir şey istenmiyor, takılıyorlar, eğleniyorlar, çalıyorlar filan… Ne kadar internet çağında da yaşasak fiziksel olarak etkileşimde bulunmadan çok fazla tanıtamıyorsun müziğini.
Başer: Konser vermek zorundasın.
Berkay: Bir de adam senin, video da değil, canlı canlı izlemek istiyor. Çünkü günümüzde artık çok elektronikleştiği için müzik, canlı performansı iyi olan gruplar bir adım öne çıkıyor ister istemez. O da çok önemli konser vermek için. Vizeler kalkarsa eğer, biz de belki kendimizi toplayıp bir şeyle yapabiliriz.
Başer: Onların hepsi paraya ve bağlantıya bakıyor…
Berkay: O yüzden kendimizi toplayıp dedim zaten…
Bora: Şöyle bir şey var, Vengeful Ghoul yaptı, İstanbullu grup onlar da Ripper’ın (Tim Owens) alt grubu olarak turneye katıldılar. Onu da şu şekilde yapıyorsun, booking ajansıyla antlaşma yapıyorsun, belli bir ücret ödüyorsun, buy-on tur diyorlar buna. Turnenin masraflarını paylaşıyorsun grupla onlar da, şu kadar konserde alt grubumuz olacaksın, diyor mesela… Konserlerden ücret almıyorsun ama merch satabiliyorsun. Cd satabiliyorsun, işte ne kâr kalırsa sana kalıyor. Öyle bir masrafın altına girebilirsen, öyle şeyler yapabiliyorsun. Ama ne bileyim, en başında on bin avro gibi bir masrafı olayın yani… Bir de bunun, otel, yolculuk boyutu var…
Başer: Çok fazla paralar…
Bora: Merch satmak için de ayrıca bir merch bastırma parası koymak gerek ortaya… Bir de koyduğunu alabilecek misin o da var…
Berkay: Biraz hibe işi aslında bunlar… Ama ilk etapta olmayınca hibe de edemiyorsun…
Başer: İlk önce kuyuya bir para atacaksın, gelirse ne âlâ gibi…
Bora: Ya tabii, geliyor mu geliyor aslında… Bu yeni nesil… Şimdi hâlâ Guns N’Roses tekrar birleşti, millet kafayı yiyor filan otuz beş yıllık grup, AC/DC hâlâ headline (ana grup) çıkıyor… Niye, çünkü onun alt seviyesindeki gruplar oraya geçemedi… Gojira, Mastodon bile çok az headline yapıyor düşününce.
Berkay: Çok az yapıyorlar… Çoğu büyük festivalde minicik yazıyorlar adamların isimlerini afişte filan…
Bora: Hah mesela, yeni şimdi Gojira bir Kuzey Amerika turnesi yapacakmış headline birisiyle…
Berkay: Tesseract ile yapacaklar…
Bora: Ben ilk kez duydum mesela…
Sebebi nedir peki sizce bu durumun?
Bora: Yani şey yok mesela, AC/DC filan… Şimdi bir kere 80’lerde çıkan grupların o dönem takipçisi olan genç kitle, şimdilerde ellili yaşlarında paralı adamlar. Guns N’Roses bir konser yapıyor 300 dolar bilet, onu verebiliyor o adam. Öyle bir kitlesi var. Ona zaten yatırım yapılmış, belli bir tabanı var. Yeni bir gruba, şimdi artık cd satışı diye bir şey de olmadığı için, herhangi bir şirket öyle bir yatırım ve tanıtım yapmıyor haliyle. Belli bir yere kadar müziğinle gelebiliyorsun, bir yerden sonrası da reklam ve tanıtım mecburen… O olmadığı için, kimse o çıtayı aşamıyor şu an.
Berkay: Müziğinle gelebildiğin yer çok küçük…
Başer: Yok gibi bir şey, evet… Bir de bu adamların çıktığı dönemlerdeki seçeneklere bak… O seçeneklere olan ulaşım yolları… Belli gruplar var, belli tarzları yapıyorlar ve bu tarzların hepsi yeni, dinleyicinin ilk defa duyduğu şeyler ve onlara ulaşım şansın sadece müzik mağazaları, internet vs gibi seçenekler yok.
Bora: Evet, dinlemek istiyorsan gidip alıyorsun yani…
Başer: Dolayısıyla, bu şekilde bu müzik destek buluyor ve o zamanki şirketler de bunları hesap ederek, satışlarını düşünerek yatırım yapıyor, onlara destek veriyor. Şu anda bir de çok fazla grup var ve çok fazla seçenek var. Sen kendi sesini duyuramıyorsun bile yani…
Bora: Evet, bu kadar iletişimin dezavantajı da o… Her şeye ulaşabiliyorsun, bu sefer option paralysis dedikleri şey var ya, o kadar çok seçenek var ki ne yapayım, oluyor… Yani Bandcamp mesela, acaba kaç tane grup var… Elli bin, yüz bin, bir milyon ne bileyim…
Berkay: Şu an bence bir şirketin yatırım yapması için en önemli kriter; ‘Grup elemanları acaba sosyal medyayı nasıl kullanıyor? Aktif kullanıyor mu? Sosyal medyada ne kadar iyiler?’ Artık buna döndü…
Başer: O zaman şirkete bile gerek kalmıyor yani…
Berkay: Neredeyse evet… Bazı noktalarda yine illa ihtiyaç duyuyorsun ama, şirketine bağlı olarak da değişir…
Albümleriniz hangi şirketlerden çıktı?
Bora: İtalyan küçük çaplı bir şirket, Wormholedeath’den çıktı. Ama ayrılacağız artık…
Burada bir şirketten albüm çıkartmaya karar verdiğinde belli başlı müdahaleler de beraberinde geliyor. Şurası olmamış, şunu değiştir vs…
Bora: Oraya kadar gelmiyor, metal yapmıyoruz, diyor adamlar direkt. (gülüyorlar)
Öyle şeylerle karşılaştınız mı?
Bora: Ya öyle bir şeyle karşılaşmadık, ama yakın çevremizden biliyoruz, şirket bana başka metal grubu getirme filan diyor mesela…
Başer: Yani dinlemek dahi istemiyor adam seni…
Berkay: Sorsan kendine göre illa ki düzgün sebepleri vardır. Adamlar hayır işi yapmıyor sonuçta, onlar da para kazanıyor…
Yurtdışı odaklısınız o halde daha çok…
Berkay: Zaten bu gruptan kimsenin illa Türkiye içine oynamak gibi bir düşüncesi yok.
Bora: Kitle belli… Diyorum ya, çok grup var… İyi grup da çok fazla var bence Türkiye’de.
Berkay: Fazlasıyla!
Bora: Müzisyen çok. Bu toprağın tarihinde zaten müzik var, bir sürü iyi müzisyen var… Mesela bir yer de bir konser oluyor, Dorock boşalıyor. Kitlenin sayısı belli, en azından İstanbul’daki… Kaç grup nerde çıkacak, hangi festivale çıkacak, hangisi kime kaç tane albüm satacak… Maddi şeye kalıyor biraz olay…
Belli bir kitleniz var mı?
Bora: Dorock’tan dolayı var. Bir şey paylaşıyorsun, bir iki yüz kişi tepki veriyor işte… Az…
Berkay: Ama yaptığın janranın ülkedeki meşguliyeti ne ki zaten… Pentagram’ın kitlesi ne ki benim kitlem ne olsun…
Başer: Ki Pentagram çok daha genele hitap edebilen bir tarz yapıyor.
Bora: Ha tabii, mesela biz bir de hiçbir zaman o kadar ana akım olmayacak bir müzik yapıyoruz. Dinlenmesi zaten zor, extreme metal diye bir tür yapıyoruz yani… Ne kadar ana akım olabilir ki…
Peki, Razor sahnede hiç Furtherial coverı yaptı mı? (gülüyoruz)
Berkay: Coverladık.
Bora: Yetkin olmadığında, Önder geliyor bazen. Sahnede çaldık tabii…
Tepkiler?
Başer: Furtherial’ı bilenler eğlendi. Yani bu kadar… Onun dışındakiler hiç merak etmedi.
Bora: Hatta bilerek, anons etmeden çaldık. Bakalım ne olacak diye…
Başer: Tabii tabii, onu yapmamamız gerektiğinin dersini aldık çünkü zamanında. Anons etmeden kendi şarkını daha bir dinletebilir hale geliyorsun.
Bora: Ama Dorock’ta şey durumu var. İsterse Metallica’nın bilmediği bir şarkısı olsun. Yine tepki vermiyorlar. Çünkü adam bildiği şarkıyı dinlemeye geliyor oraya zaten. Hani işte, Mp3’ün canlı versiyonunu dinlemeye geliyor. Hata olmayacak, her şey aynı olacak…
Başer: Ve o müziği insanlar yapıyormuş gibi düşünmüyor o esnada…
Bora: ‘Ben şunu dinlemeye geldim. O neden yok!’. Hep karşılaştığımız soru bu, niye yok? Yok, niye yok? Yok…
Başer: Niye yok, acaba bir düşünsene yani (gülüyorlar).
Berkay: Mesela dün oldu… ‘High Hopes’ için. ‘Sen o soloyu atarsın bee’, ne bileyim işte ‘Vokal onu söyler beee’… Diyecektim ki, tamam ben de davullarını çalarım onda bir problem yok da grup olarak hiç çalmadık… Adam bunu bilmiyor daha…
Bora: Herkes öyle gelmiyor, iyi niyetle gelip soran da oluyor. Öyle olunca şey diye düşünüyorum, herhalde bilmediği için biz müzisyenleri duyduğu şeyi çalabiliyoruz sanıyor, diyorum.
Başer: Kimisinde işte böyle bir satın alma dürtüsü de var ya… Öyle motive oluyor. Satın almış gibi hissediyor bizi… Halbuki bilet kesmiyoruz ki kapıda bedava yani…
Berkay: Al işte Steven Wilson’a gidip adam, sizde var biliyorum neden ‘Arriving Somewhere But Not Here’ çalmadınız demiyor… Hadi desin o zaman… (Konser üzerine konuşup gülüyorlar)
Başer: İnsanların anlamadığı zaten, bir şarkının sahnede icra edilmesi için hangi aşamalardan geçtiği. Biz onu bireysel olarak ne kadar çalışıyoruz, grup olarak ne kadar prova yapıyoruz…
Berkay: Sahnede kaç kere çalınca şarkı tam olarak oturuyor… İki ay sonra oturan şarkı var.
Bora: Aynen öyle, sahnede onun bir süresi var. İstediğin kadar prova yap…
Başer: Sahnede çalmadığın zaman o şarkıyı çalmış sayılmıyorsun aslında bir yandan da…
Bir mesajınız var mı okuyanlara?
Bora: E var… Dinler kitle azıcık açık fikirli olsun… Çok önyargılılar, her şeye karşı.
Başer: Benim söylemek isteğim de biz dört insanın bir şeyler yapmak, bir şeyler ortaya koymak için bir araya geldiği gerçeği ve samimi bir müzik yapmaya çalıştıkları ellerinden geldiğince, zaten başka türlü müzik nasıl yapılıyor onu ben bilmiyorum da… İnsanlar dinlesin ya, biraz kulak kabartsın. Tek derdimiz bu. Satın alsın, para versin, bizi sırtlasın filan demiyoruz kimseye… Dinlesin… Hoşuna giderse, hoşuna giden insan zaten her türlü destek veriyor, bir şekilde yanınızda oluyor o insanlar.
Bora: Böyle genelleme konuşuyoruz, ama çok süper adamlar da var yani… Burada olup dinleyici olan, müzisyenlikle alakası olmayan ama çok iyi dinleyici olan…
Berkay: Tabii canım, yüzde dört Avrupa standardının bile üstünde… Bizden daha çok reklamımızı yapmaya çalışan dinleyicimiz de var daha ne isteyelim…
Başer: Kötü yorum yapacak insanlar zaten biraz daha cesur oluyor zaten. Destekleyen insanlar biraz daha çekinik duruyorlar. O güzel bir şey değil aslında. Desteğin de biraz daha açıktan gelmesi bizi her türlü motive edecektir zaten.
Tek tek kelimeler istiyorum sizlerden… Furtherial diyince, tek kelime.
Berkay: Harika! (gülüyorlar)
Başer: Tek kelime zor oldu ya…
Bora: İnat…
Başer: İnat güzel evet… (düşünüyor) İnat hakikaten ya…
Grubu facebook sayfalarından takip edebilir, spotify üzerinden albümlerini dinleyebilirsiniz…