Fragmanlar

Yaklaşık bir yıldır, erkek arkadaşımın doktorayı kazanmasıyla, Hollanda’nın Eindhoven şehrinde yaşıyoruz. Öncelikle şunu belirtmeliyim ki benim gibi İstanbul’da uzun yıllarını geçirmiş, orada doğmuş büyümüş ya da hengameye alışmış biri için Eindhoven’daki yaşama alışmak biraz zorlayıcı olabiliyor. Bunu, İstanbul’dan ve Türkiye’den bunalarak kaçmak istediğimiz bir zamanda taşınmış biri olarak söylüyorum. Tabii ki, zamanla farklı bir kent algısına , dinamiğine alışıyor insan. Ölü bir yer olduğunu sandığınız anda, alelade bir binanın giriş katından gelen reggae, blues tınılarına kendinizi bırakabilir, yetmiş yaşlarında olduğunu tahmin ettiğiniz insanların bu müzikte dans ettiğini görüp şaşkınlık içinde sevinebilirsiniz… Evet başka bir kent anlayışı var kesinlikle, her şeyin insanların hemen yanı başında olup bitmediği ve çok kimlikli… Çok kimlikli diyorum çünkü, farklı farklı ülkelerden gelmiş birçok insan bir arada yaşıyor bu kentte ve sıklıkla kurulan müzikli topluluklar da birbirinden farklı kültürel alışkanlıklara sahip insanları barındırıyor. Buraya taşındığımız ilk zamanlar, meşhur Dynamo Metal festten bağ kurabileceğiniz, Dynamo mekânını, civar şehirleri ve kentteki birkaç ufak mekanı progressive müzik sevdalısı çift olarak takibe aldık. Hollanda’ya taşındıktan bu yana izlediğimiz; Baroness, Tesseract, Camel, Rendezvous Point, Leprous gibi grupların yanına bir de Bospop 2015 festivalini katarak konuşursam, burada yaşamanın en güzel yanının konser biletlerine büyük paralar ödemeden, kısa zaman yolculuklarıyla civar şehirlere ya da ülkelere gidip yeni performanslara katılmak olduğunu söyleyebilirim. Bu kısım bu yazının en önemli kısmı olsun istiyorum, çünkü bugüne kadar deneyimlediğim süreçte entelektüel bir yaşam sürmek maddi bir alt yapıyı da gerektirdi. Alanım yüzünden çoğu hocamdan da duyduğum buydu. Ama şimdi görüyorum ki, bazı yerlerde kendinizi çok zorlamadan da entelektüel doygunluklar yaşayabiyormuş. Türkiye’de izlediğim konserlerden, gittiğim festivallerden sonra burada Dynamo’da Baroness grubunu izlediğimde ilk yorumum ‘sahne çok ufak, mekan baya baya Dorock Bar kadar, nasıl oluyor?’ olmuştu. İşlerin buradaki mütevazi işleyişiyle ilgili bir ipucu olsun bu da…

Tüm bunların yanında ana akım dışında bir şeyler bulmak, bir bara gidip müzik dinlemek istediğimde de başka bir şeyle karşılaştım. Düzenli canlı müzik mekanı yok… Yani evet, bir sürü bar, eğlence mekânının olduğu bir cadde var, ama canlı müzik yapan, belli bir grubu belleyip gidip abonesi olabileceğiniz bir yer yok. Alışmamışlar… Ama başka bir şey var burada da. Buradaki müzisyenler anlık planlarla bir araya gelip doğaçlama (jam) yapmayı çok seviyorlar. Bir de başka başka ülkelerden gelen bir sürü müzisyen olunca hemen bir etkinlik bulabiliyorsunuz bunun için. Bazı kafelerde Open Microphone (açık mikrofon) geceleri düzenleniyor mesela, bu gecelerde birbirini hiç tanımayan müzisyenler sahnede müzikleriyle tanışabiliyorlar… Ya da Eindhoven’ın en güzel oluşumlarından bir tanesinden bahsetmek gerekirse; Eindhoven’da çalışan / yaşayan yabancıların (Expat) bir araya gelerek her hafta düzenli müzik yaptığı, senede birkaç defa da şehirde bir mekânda konser verdikleri Music with Strangers (yabancılarla müzik) topluluğu. Bu topluluk da arkadaş edinmek, başka bir kültürden biriyle müzik yapmak ve farklı performans alışkanlıklarıyla tanışmak için güzel bir topluluk. Bu sıralar yeni bir etkinlikle, bir araya gelerek sevilen şarkıların paylaşılıp üzerine konuşulduğu toplantılar dahi yapılıyor. Bu etkinlik başlarda beni heyecanlandırmış olsa da müzik yapmakta olduğu kadar, paylaşılan parçalar üzerine konuşmaya, sorgulamaya pek açık olmadıklarını ve hatta bu etkinliğin müzisyenlerin yalnızca bir kısmı arasında kaldığını görmek biraz heves kırdı desem yeridir.

Eindhoven’daki yaşamdan (kesinlike fragman oldu) kısacık bahsettikten sonra Moon Zebras grubunu çıtlatmak istiyorum sizlere. Geçtiğimiz ay izlediğimiz Moon Zebras ile grubun bas gitaristi Paul Rijkers’le olan arkadaşlığımız sayesinde tanıştık. Paul ile bizi buluşturan şey de yine müzik oldu. Utrecht plak fuarı sonrası Nemrud, Baba Zula, Tom Waits, Grateful Dead, Frank Zappa ile geçen dopdolu vakte, Paul’un Yavuz Çetin hayranı olduğunu öğrenmenin tatlılığıyla Yavuz Çetin’i de katarak geçirdiğimiz bir güne sahibiz. Kendisi Hollandalılara sevdiği Yavuz Çetin parçalarından fırsat buldukça da söylüyor…

13410910_10154175813359373_339141580_o

Paul Rijkers, Sequoyah isimli Southern Rock / Hardrock ‘n’ Roll olarak tanımladıkları Hollandalı bir rock grubunda çalıyor, bir de Moon Zebras isimli cover projesi var. Alex Verhelst (Gitar), Wim Deeben (Davul) ve Paul Rijkers’in (Bas Gitar) bir araya geldiği üç kişilik rock/blues ve fusion grubu Moon Zebras. Vokalleri paylaşıyorlar… Neler çalıyorlar derseniz, Jimi Hendrix, Frank Zappa, Cream, Pink Floyd ve daha fazlasının yer aldığı bir repertuara sahipler. Açıkçası, repertuara şaşırmadım desem yalan olur, çünkü ilk defa dinleyeceğimiz bu grubu dinlemek için Harley Club’a gelip nispeten renkli giyimlerle üç Türk bir Liverpoollu masada yerlerimizi aldığımızda mekandaki Harleyci abi ve ablalar çaktırmadan bizi süzüp duruyorlardı. Sonra alkolle beraber mekân bize biz de mekâna alıştık tabii. Ama atmosfer ve stiller repertuar adına başka bir beklenti yaratmıştı. Öte yandan mekâna alışmak şöyle dursun bayıldık! Mekân, Eindhoven’dan bir saat uzaklıkta Weert kasabasında, etrafı tarla ve çiftliklerle dolu, barakaya benzeyen bir yer. Çatısında bir motorsiklet iskeleti ile doğaya güzel bir selam çakmış, motorlarını evlerinde bırakıp gelmiş klüp üyesi kasaba sakinleri, orta yaşını aşmış 80’lerin sonu, 90’lardan çıkagelmiş, deri / kot armalı ceketli abi ve ablalar… Bakmayın böyle anlattığıma İstanbul’da herhangi bir rock barda görebileceğiniz kemik kitleden pek de farkları yok… Hatta canlı müzik sırasında uzun süren ilgisizliklerden ve kendi aralarında ettikleri sohbetin sahnedeki müziği bastıracak raddeye gelişine kadar benziyorlar. Herhalde artık küresel bir dert bu sahnede müzik yapan gruba, müzisyene müzik çalar muamelesi yapmak. Performansa da aktif bir biçimde katılmadılar ya da bizim ekip kadar hareketli değillerdi. Kısacası tarzlar, sahnedeki müzik,  mekân ve performans paylaşımı benim için biraz kafa karıştırıcı gibiydi. Bir de iyi dinleyici çoğu yerde az artık… Yine de bir grup insan gerçekten sahneyle ilgiliydi ve müziği yaşıyordu. Mekânda canlı müzik haricinde çalan müziklerin tarz yelpazesi de oldukça geniş. Bir ara Slayer çalıyordu, sonra bir an Deep Purple mırıldanmaları geldi kulağıma, derken gece sonuna doğru Pink Floyd’lara bağladık… Mekan ve stiller çok old school, hatta biraz asi, sonra bir anda kulağa çalınan müzikler yer yer şaşırtıyor… Moon Zebras sahnedeyken, performansa katılan dinleyicisiyle iletişimi oldukça iyi, müzisyenliklerin doyurucu olduğu bir performans izledik. Bu arada mekânın sahne ses kalitesi de beklediğimden oldukça iyiydi.

Doğanın ortasında mekânın ve müziğin tadına varılan gecenin sonunda, yerel klüpler güzeldir diyerek dağıldık. Geceden arta kalan ise, Moon Zebras’la tanışmak ve hâlâ bir yerlerde alternatif mekânlarda ufak toplulukların, klüplerin, stillerini yaşamaya devam ettiğini görmüş olmak oldu.

13410905_10154175813344373_519590151_o

Teşekkürler Paul, teşekkürler Moon Zebras… 

Bir ufak video için tıklayınız

One thought

Yorumlar kapatıldı.