Okur Ensemble’nin yeni albümü çıktı!

 Orkun Ağır ile Eindhoven’a yerleştiğimiz ilk zamanlarda, müzik ile ilgili ne yapabilirim diye fikrini almak istediğim birileri aranırken tanışmıştık. Albümlerinin çıkacağını görünce, bu hoş sohbet insanla bir kez daha buluşalım istedim. Hollanda’da doğmuş büyümüş, Türkiyeli olma halinden müzikal olarak kopmamış, sahip olduklarını harmanlayarak güzel çalışmalara imza atan, müzik öğretmenliği de yapan Ağır’ın mütevazi müzik okulunda müziği ve yeni albüm üzerine kısacık lafladık.  

Orkun Ağır’ın; Rianne Wilbers, Lian van den Goorbergh, Cora van den Berg ve Marlies Muijzers ile birlikte yürüttükleri Okur Ensemble’nin ilk albümü bugün (30 Eylül 2016) çıktı. 

14290025_2233652960107793_3442802241099705534_o

Tuğçe: Albümün ikinci parçası “Tahassür” ismini görünce biraz şaşırdım..

Orkun Ağır: Niçin?

Tuğçe: Eski kelime, özlem anlamına geliyor diye sanırım, var mı bir özlem durumu? Kime, neye özlem?

Orkun: Elbette sevgiliye özlem. Tahassür’ün anlamı, burada bir lugat var bende, orada “duyduğun özlemin verdiği üzüntü hâli” olarak geçiyor. Orada görünce, ‘a aradığım kelime işte bu’ dedim. Çünkü Almanca’da da öyle bir kelime var, “Sehnsucht”. Goethe’nin şiirinin de titri o biraz, ‘Sehnsucht’… Ona benzer bir kelime var mı diye bakarken, ‘tahassür’ kelimesi ile karşılaştım.

Tuğçe: İlk parça da Ataol Behramoğlu’nun bir şiiri, o parçanın hikayesi nedir?

Orkun: O parçanın hikayesi çok enteresan. Şiirlere bakınıyordum… Bir besteci, bir müzisyen beste yapmak için o işin başına oturduğunda, çoğu zaman yapamaz. Beste yapmak için oturuyorsun ‘beste yapacam bugün’ diyorsun ve yapamıyorsun. Ben de öyle bir vakitte, can sıkıntısından şiir okumaya başladım. Piyano başındaydım olmadı kapattım, sonra internette şiir okumaya başladım. Şairler listesinde Ataol Behramoğlu’nu gördüm. Ben de tiyatro eğitimi aldım burada, türk tiyatrosu eğitimi… Orada şiir geceleri düzenleniyordu, Ataol Behramoğlu ismini oradan tanıyorum, anımsıyorum. Okulda filan görme okuma durumum olamaz Hollanda’da. “Beni Bir Yaza Gömdülerdi Bir Zaman” şiirini gördüm, ilk okuduğumda tam olarak anlamadım ne dediğini, sonra şiiri yazarsam belki anlamam daha kolay olur diye, şiiri birkaç defa önümdeki kağıtlara yazdığımı hatırlıyorum. Sonra birden melodisi geldi, birden çıkıverdi yani…

Tuğçe: Behramoğlu ile de bir tanışıklık durumu var sanırım?

Orkun: A ondan sonra, e tabii ben bu besteyi yaptım, ama yani ben bunu bir sorayım dedim, konserlerde çalacağız çünkü parçayı. Hocayı da tanımıyorum, yaşıyor biliyorum, heyecanlıyım da… Sevinç Ölçer, bizim tiyatroda yönetmen, zaten ona ithaf ettim besteyi, ona telefon açtım. ‘Hocam böyle böyle, ben Ataol Behramoğlu’nun bir şiirini besteledim’ dedim. Acaba, dedim, sahibiyle iletişime geçebilir miyiz bir şekilde, o da o zaman İstanbul’daydı. Sonra Cumhuriyet Gazetesi’ni aramış, orada yazılar yazıyor ya… Onlar da Ataol Bey’in olmadığını, bugün yarın uğrayacağını söylemişler, telefon numaraları not alınmış. Sonra Sevinç ablayı aramışlar sanırım, o da beni bir coşkuyla aradı, ‘Orkun, Ataol Bey gazetede olacakmış, senin şu saatte araman lazım’. Şu an hatırlamıyorum da 18:00 diyelim… Telefon elimde altıya on var, telefonu yazdım, ara butonuna basmak için bekliyorum. Saat 17:59 oldu, 18:00 oldu bastım (gülüyoruz)… Telefonu açtım, sekretere bağlan, kapılar açılıyor gibi bir durum var. Sonunda konuşurken, o gayet samimi bir halde, ben ‘hocam ben sizin şiirinizi besteledim, olabilir mi’ vs gibi bir tedirginlik var. O da ‘aa eminim çok güzel olmuştur’ filan diyor… Sonra bana mail adresini verdi yollayayım dinlesin diye. Zaten bu durum olana kadar, biz ekiple bir kere çalmıştık ve elimde bir kaydı vardı bestenin, onu göndereceğim. Gönderdim, ama cevap yok (gülüyoruz)… Dedim herhalde, beğenmedi. Herkes beğendi, dedim, o beğenmedi (gülüyoruz)… Bekliyorum çünkü, heyecanlandım yani. Sonra işte geldi mail sonunda, ‘Orkun’cuğum çok güzel olmuş, ellerine sağlık’ diye. Sonra 21-22 Kasım 2014’te ilk konserimiz olacaktı, Okur Ensemble ile. Orada da bu parçayı ilk defa seslendireceğiz. Sonra işte, davet etsek mi, gelir mi acaba dedik. Bir mail yazdım, üzerinden birkaç kere geçerek okuduğum. Tiyatro kulübü ile de konuştum, bulunduğum ekiple yani. Onlar da 23 Kasım’a da bir şiir gecesi koyarız, Ataol Behramoğlu’nun şiirlerinden oluşan diye düşündüler. Öyle de oldu… Olumlu cevap aldık, Ataol Bey, zannediyorum 20’sinde geldi. Karşılamaya gittim filan, öyle başladı, tanışıklığımız, o beste ile başladı yani…

Tuğçe: Diğer şaşırdığım parça ismi ‘Mahnı’ altıncı parça, Azerice ‘şarkı’ anlamına geliyor bu da. Oraya ait ritimler de duydum sanki. Albümün genelinde bir çeşit olma hâli var zaten, o parçanın hikayesi nedir?

Orkun: Tam hatırlamıyorum ama, o şeyi bestelediğim dönemle aynı dönemde çıktı ‘Mahnı’. Azeri mânileri mi okuyordum, bir şey okuyordum ve Azeri müziğini zaten çok severim, okurken beğendiğim birkaç mâni oldu. Bir şeyler çıkar mı diye düşünürken, o da çıkıverdi yani. İşte elimdeki Azeri mânisi olunca adını şarkı değil de ‘Mahnı’ koyayım dedim.

Tuğçe: ‘Nihâvend Saz Semâîsi’nin de ilginç bir trafiği var. Parça içi geçişler de farklı üsluplar var gibi… Albümün genel bir teması var mı?

Orkun: Yok. Bu albümdeki eserler, tamamen benim… Nasıl desem, geçmişimde karşılaştığım, duyduğum, biriktirdiğim müziklerin bir meyvesi. Onları götürüyorsun yanında… Sanata eğilimim var, halk müziğine de… Ben burada doğdum, ama ailemin ve sosyal çevremin böyle bir çabası vardı, buradaki çoğu insanda olduğu gibi, ‘kültürümüzü yaşatalım ya da en azından çocuklarımız da bu kültürü bilsinler’… İşte halk oyunları, tiyatro, sanat müziği, halk müziği, ister istemez bu birikim kalıyor hafızada, ki sonra bağlama çalmaya filan başladım. Aslında uzun bir hikaye bu… İlgi duydum yani zamanla ilgi duyduğum müziklerin kendim tarafından şekillendirilmesi gibi… Nasıl tarif ederim bilemiyorum… Nihâvend Saz Semâîsi de son bölümdeki o daha batı havasında gelen bölüm, okulda aldığım batı müziği eğitimi sırasında işte Barok müziği vs gördükçe bir şey çıkar mı ne çıkar gibi düşünürdüm hep, Nihâvend Saz Semâîsi’ni bestelerken, hani saz semâîsi son bölümleri 6/8’lik ya da 2/4’lük zamanlarda olur ya, dedim benim böyle okul defterlerim vardı bir şeylerle birleştirebilir miyim, derken baya uzun bir dört bölüm oldu… Aslında o son bölümde benim o dönem, lise döneminde yaptıklarımın toplaması gibi bir hâle getirdim. Herhalde yani, getirebildiysem (gülüyor).

Tuğçe: Sadece Okur Ensemble yok sanırım, bu ayrı bir proje mi? Onun dışında neler var?

Orkun: Yok, evet… Onun dışında şimdi Okur Ensemble’de soprano olan Rianne Wilbers ile bir duo çalışmamız var, Simâ Duo adında. Orada ‘Folk Songs’ diye bir şarkı…

Tuğçe: Geçenlerde sanırım sosyal medya hesabında koyduğun bu değil mi?

Orkun: Evet, o. Orada halk şairlerinin şiirlerini, bağlama ve soprano için yazarak bestelemek amacım. Başta bunu Okur Ensemble için düşündüm, ama sadece bağlama ve soprano için olunca ve on tane şarkı olmasını da hedefleyince, bunu ayıralım dedim. ‘Simâ’ ismi de ilginç gelişti, onu da anlatırım birazdan istersen…

Tuğçe: lütfen (gülüyoruz)…

Orkun: Simâ Duo’yu böyle düşündük, şimdi üç beste bitti dördüncüsünü yazıyorum. Hedefim on tane besteleyip koleksiyon haline getirmek, konserlerde çalmak ve albüm çıkarmak. Onun dışında çağdaş besteler de yapmaya başladım soprano ve bağlama için. Gelenekten uzak, onları da umarım ‘Folk Songs’ bittikten sonra Simâ Duo ile seslendireceğiz diye umuyorum. Ondan başka da solo dinletilerim ve resitallerim var, o kadar.

Tuğçe: Solo dinletilerim var demişken, Eindhoven’da Hollanda’da nerelerde sahne aldın?

Orkun: Nerelerde sahne aldım, pek hatırlamıyorum da mesela halk dansları ekibindeyken Hollanda tiyatrolarını turluyorduk. O yüzden birçok tiyatroya gidiyorduk Hollanda’da. Hollanda’nın birçok tiyatrosunda sahne almışlığım var farklı projelerle. Okur Ensemble, yeni sayılır, iki sene oldu. Benim için hâlâ yeni. Gelişiyoruz. Onunla da özellikle bu albümden sonra daha sık konser vermeyi düşünüyoruz.

Tuğçe: Türk Müziği ve Halk Müziği ağırlıklı bir müziği, tamamen Batı Müziği eğitimi almış müzisyenlerle icra etmek nasıl oluyor? Ne bileyim saz semâîsini nasıl anlatıyorsun mesela, o duygu bağını nasıl kuruyorsunuz?

Orkun: Bir kolaylığı, benim bestelerimde farklı ton sistemi kullanmam. Batı ton sistemini kullanmayı tercih ediyorum. Daha önce de dedim ya, burada doğdum (Hollanda) ve buranın kültürüyle yetiştim, ama onlar (Türk Müziği ve Halk Müziği) da hep vardı gibi bir durum var. Ton sistemi olarak onu tercih ettiğimden entonasyon sorunlarımız fazla olmuyor. Formun ne olduğunu anlatıyorum tabii, saz semâîsi nedir, yürük semâî, ağır semâî nedir filan… Özellikle ikinci albüm için bir takım besteledim, oradan da biliyorlar. Ama tabii hedefim Türk müziği yapmak ya da Anadolu müziği yapmak değil. Öyle bir şeyim yok, kendi dünyamı yansıtmaya çalışıyorum ve kullandığım ton sistemi dolayısıyla da entonasyon açısından bir sorunumuz olmuyor.

Tuğçe: Bu arada birçok enstrümanı da albümde sen çalıyorsun değil mi?

Orkun: Evet, değişik olan enstrümanlar bana ait (gülüyoruz).

Tuğçe: İkinci albüm de yolda bir yandan…

Orkun: İkincisi de yolda evet…

Tuğçe: Nasıl bir dinler kitleniz var? Yalnızca burada yaşayan Türklerden oluşmadığına eminim…

Orkun: Tabii, burada yaşayanlar insanlar da çokça geliyor konserlerimize. Bilmiyorum, ben çok çekiniyorum konser sonrası insanların içine çıkıp temasa geçmeye. Aman şimdi bir şey sorarlar, bir şey derler, gibi hâlâ bir utangaçlığım var. Kalan insanlar genelde konser sonralarına, etkilenen insanlar oluyor. Giden insanlar da etkileniyor mu bilemiyorum (gülüyor). İyi şeyler duyunca seviniyorsunuz tabii… Kötü bir şey pek duymuyoruz, yalnızca ‘hep Türkçe olmasa mı, başka dillerde de beste yapsanız’ diyenler oluyor. Onu da bilmiyorum yani, içimden gelirse yaparım, gelmezse yapmam. Demek ki şimdiye kadar gelmemiş, öyle bir tercih etme durumum da yok bununla ilgili. O çekiyor beni, onu besteliyorum.

Tuğçe: Albüme hangi parça ismini verecek ya da bir ismi olacak mı?

Orkun: İsim vermiyoruz albüme. Kendi adını taşıyan ilk albümümüz (gülüyor).

Tuğçe: Kayıtları nerede yaptınız?

Orkun: Aalst-Waalre’da Agnus Dei adında bir protestan kilisesinde, canlı kaydettik hepsini.

Tuğçe: Kimlerle çalıştınız peki?       

Orkun: Cengiz Arslanpay kayıtlarımızı aldı, bir parçayı da Rick de Vos, Rianne Wilbers’in hayat arkadaşı ile kaydettik. Mixleri yine Cengiz Arslanpay, Rick de Vos ve ben birlikte yaptık. Masteringi Daan Kandelaars diye bir arkadaşımız yaptı.

Tuğçe: Burada (Eindhoven ve Tilburg’da) albüm çıkışıyla beraber tanıtım konserleri de olacak, Türkiye’de de konser ya da tanıtım yapmayı düşünüyor musun?

Orkun: Türkiye’de daha önce konserdik, şimdilik Türkiye’ye açılmayı pek düşünmüyorum. Belki ileride, ama şimdi öyle bir planımız yok.

Tuğçe: albüm erişimleri nerelerde olacaktı?

Orkun: 30 Eylül itibariyle; Spotify, iTunes, Google Play, Tidal ve Deezer’da olacak.

Tuğçe: Simâ Duo’nun adını unutmayalım, nerden geliyor?

Orkun: A evet. Rianne, ben ve Rick atölyede oturuyorduk. Duo proje için isim arıyoruz, isimimiz yok (gülüyor). Olması da gerekmiyor aslında tabii, ama biz böyle bir şeyin içine girelim dedik. Sonra bir sürü kelime geçirdik, üzerine düşündük. Sonra Rick, Hollandaca ‘yüz, çehre’ anlamında bir şey söyledi, ‘sîma’ alakası yok… Lugat vardı yine elimde, bak işte ‘sîma: yüz, çehre’ sonra altında da ‘simâ’ var (lugatı çıkarıveriyor, beraber bakıyoruz). Anlamı; dinlemek, kulak vermek, işitmek, çalgı dinlemek, herkesin duyması istenen güzel söz ve şeyler. Çok güzel değil mi? Böyle bir tesadüf olabilir mi (gülüyor).

Tuğçe: Kimleri dinliyorsun, kimleri seversin en çok?

Orkun: Hımmm… Birçok müzik tarzını dinliyorum, halk müziği ve sanat müziği ile büyüdüm diyorum ya. Bestecilikte çok idol gördüğüm, idol değil de bestelerini çok beğeniyorum ve beni çok etkiliyor; Polonyalı besteci Penderecki var. Nedir bilmiyorum, ama yani bu adamın özellikle yaylılar için bestelediklerini dinlediğimde bana bir şeyler oluyor, müthiş etkileniyorum. Onun müziği beni inanılmaz etkiliyor. Halk müziğinde, e elbette Arif Sağ yani… Onun dışında, Erol Parlak var, onun çalma tekniğinden bağlamada çok etkileniyorum. Sanat müziğinde, sesini çok beğendiğim Özdal Orhon vardır mesela. Zeki Müren’in Kalan’dan çıkmış bir albümü vardı 55-63 kayıtlarıydı herhalde, o albümü inanılmaz seviyorum. Müziğin genelini çok seviyorum, uzayıp gidebilir böyle…

Tuğçe: Çok teşekkür ederim o halde,

Orkun: Ben teşekkür ederim.