Can Kazaz’ın Müziği, İstanbul’u ve Müzisyenliği

Bağımsız müziğin son dönemde adından söz ettiren ismi Can Kazaz, aynı zamanda müzik üzerine çalışmalar yapan bir akademisyen.

Yaptığı umut verici şarkıların aksine, karanlık ve puslu tarafa keskin bir dönüş yaptığı son single çalışması “Yine mi Sen İstanbul” ile soundunda da değişimlere başladığının sinyallerini veren müzisyen ile bu son çalışmasından ve müzik hayatından konuştuk.

1) Can Kazaz’ı kendi cümleleriyle tanımak isteriz. Kimdir Can Kazaz, neler yapar?

Bestecilik, şarkı yazarlığı ve şarkıcılık yapan bir müzisyen diyerek kendim hakkındaki en genel tanımı yapabilirim herhalde. Çok çeşitli alanlarda çıktılar verdim, hem müzik eğitimli hem de alaylı özümü koruyarak samimiyetle yapmaya çalıştım giriştiğim her şeyi. Alternatif pop olarak tanımladığım şarkılarım var, onun dışında Bilgi Üniversitesi Müzik Bölümü’nde üç yıldır araştırma görevlisiyim. Akademik müziğin de içindeyim, akustik ekoloji alanında çalışmalar yürütüyorum. Son bir iki yıldır şarkı yazarı ve şarkıcı tarafıma iyice ağırlık verdim, bir çok önemli festivalde ve mekanda sahne aldım diyebilirim.

2) Sondan başlamak gerekirse, “Yine mi Sen İstanbul” çıktı yakın zamanda. Daha önceki çalışmalarınızdan daha farklı bir sound duyduk. Söz bakımından da İstanbul ile ilişkiniz konusunda bir şeyler söylüyor bize. İstanbul’un müziğiniz üzerinde de önemli bir etkisi var sanırım. Nedir ilişkiniz bu şehir ile?

Yani aslında doğduğum anda başladı İstanbul’la olan ilişkim. Dünya’nın en güzel şehri olduğunu düşündüğüm, aşık olduğum bir şehirdi. Sonra kalabalıklaşma rahatsız etti, histerik bir karakteri olduğunu farkettim şehrin. Çok yorucu, çok yıpratıcı gelmeye başladı bu. Düzenli olarak uzaklaşmazsam sağlığımı ciddi şekilde bozan bir yaşam ortamı var. Haliyle, çevremdeki insanlara sızlanmak bir yere kadar. Son olarak bu yaz kırsalda geçirdiğim üç haftalık bir zamandan sonra şehre döndüm ve gitarımı alıp çalmaya başladığımda bu şarkı çıkıverdi. Herkesin benim hakkımdaki ortak görüşü “huzurlu, naif, sakin” bir eksende olduğum ama ben hiç öyle hissetmiyorum. Dolayısıyla içimdeki karanlık hali de bu bahsettiğiniz sound farklılığıyla yansıtmaya çalıştım.

3) Şirketlerden uzak duran, bağımsız bir müzisyenliğiniz var. Özellikle ülkemizdeki bağımsız ve D.I.Y. (do it yourself) müzisyenliği nasıl buluyorsunuz?

Şirketlerden uzak durmuyorum aslında, onlar zaten benden uzak duruyorlar. Büyük şirketler de tekliflerde bulunduğunda, bazı ilkelerim var. Onları açıkladığımda ya ufak ufak ya da bir anda uzaklaşıyorlar. Alternatif müzik yapan herkese bağımsız denmeye başladı. Benim tanımımda bağımsız müzisyenlik; alternatif duruşu da içeriyor elbette ama müziğinin içeriğine karışılmayan, imajı hakkında son sözü kendisi söyleyen ve manipüle edilmeyen, kişisel ego tatminini amaç edinmeyen ki bu ortaya çıkan işlerden çok belli ediyor kendini, üretiminin fikri ve mali karşılığını şirketlere ve/veya yamyam şahıslara kaptırmayan insanlara verilmesi gereken bir sıfat. Bunu yapan insan çok az. Çünkü böyle bir müzik sektörünün içinde yapması gerçekten çok zor ve çetrefilli.

Şişirilmiş istatistikleriniz, bir telefonda ulaşabileceğiniz önemli insanlar veya kurumlar yoksa, sesinizi duyurmanız çok büyük oranda şansınıza bağlı oluyor. Ya organik bir şekilde çok yavaş ya da viral olup yayılmanız gerekiyor. Şirketlerin PR ve tanıtım gücüyle kıyaslandığında bariz bir şekilde zayıf kalıyorsunuz. Ama çok az şirket, çok az sanatçısına tanıtım yapıyor bu da gözden kaçmamalı. Yüzlerce sanatçı var ve özel olarak araştırmadığımız sürece ismini duyduğumuz insan sayısı belli. Oradan bir çıkarım yapabilirsiniz. Bağımsız müzisyenlik yapacak kişinin, işin başında ya tüm bunları öğrenmeye açık olması ya da biliyor olması gerekiyor. Ben zamanla, denedikçe, tıkandıkça öğrenen taraftayım. Normalde profesyonel bir ekibin yapması gereken çok fazla şey, müzisyenin üzerine yığılıveriyor. Türkiye’deki bağımsız müzisyenliği, iş yönetimi açısından oldukça zayıf, yetersiz buluyorum. Sektör de hiçbir şeyi olması gerektiği gibi yapmanıza izin vermiyor zaten. Bakkal işletir gibi organizasyon şirketi yönetiliyor, mekan işletiliyor ülkede. Dolayısıyla biraz deli işi açıkçası. Müzikal seviye olarak ise muazzam işler var bence. Keyifle takip ediyorum ve kendi açımdan yılmıyor olmamı da bu sağlıyor sanırım.

4) Bir de MC Recep diye bir bambaşka projeniz var. Cesur ve çarpıcı bir proje. Bu nasıl başladı, devamı gelecek mi?

Evet 2013’te Gezi Direnişi sonrası ortaya çıkardığım bir parodi karakter MC Recep. Cesur diye nitelemezdim ben, onun yerine eğlenceli gibi bir sıfat daha uygun olur. Çünkü tam bir saçmalık estetiği. Erdoğan’ın propaganda cümlelerini bağlamından koparıp, absürt bir hale getirip oldschool hiphop altyapıları üzerine yerleştirdiğim bir çalışmaydı. Halihazırda komik olanı değil de, komik olmayan materyali kullanmaya öncelik verdim. İlgi gördü, ben de bir yıl kadar daha devam ettim seriye. Melih Gökçek’in söylemlerini ve Ekmeleddin İhsanoğlu’nun adaylığını eleştirdiğim birkaç seri daha yaptım. Ardından işlevini tamamladığını düşündüğüm noktada bıraktım. Devamı gelmeyecek çünkü kabak tadı vermeden durmak lazım diye düşünüyorum. Akademik çalışmalarda da yer buldu, belli bir sosyolojik arka planı var çünkü. Hem belgesel olarak hem de dayandığı akımlar, düşünceler olarak da. Ben de katıldığım bazı çalıştaylarda ve forumlarda anlatma fırsatı yakaladım tüm bunları. Bir gün aklıma daha farklı bir sesli barışçıl direniş yöntemi gelirse, yine yapmayı çok isterim.

5) 2017’de bir albüm çıkacağını duyduk. Yakın gelecek için planlarınız nelerdir?

Evet, 2017 Şubat’ta gelecek albümün bir sinyali aslında son çıkan single “Yine mi Sen İstanbul”. 15 Mart’a kadar hiçbir konserim olmayacak. Yoğun bir şekilde üretimle ve daha önce söylediğim bağımsız müzisyenlik zorluklarını yerine getirmekle uğraşıyor olacağım. Bir aksilik olmazsa 15 Mart günü, bugüne kadar hiç görülmemiş ve belki bir daha görülemeyecek bir Can Kazaz konseriyle karşınızda olmaya çalışacağız. Ondan önce Aralık 2016’da “Yine mi Sen İstanbul” klibini yayınlayacağız. Bu da ilk resmi klibim olacak. Tüm bunlar için ekipçe heyecanlıyız.