“…bunu şu anda söylememiz lazım. Altını çizmemiz lazım ki çoğalalım, ilerde bunu söyleme ihtiyacı duymayalım…”
Serinin bu görüşmesinde bilmediğimiz yanlarıyla bizi şaşırtabilecek bir müzisyen ve prodüktör ile Güneş Özgeç konuşuyoruz…

Müzik eğitimine keman, viyola, piyano gibi enstrümanlarla sokaklarda salçalı ekmek peşine koştuğumuz yaşlarda başlayan Özgeç’in müziğini duymadıysanız sesini muhakkak duymuşsunuzdur diye düşünüyorum. Kendisi de heybesi dolu müzik insanlarından…Nerelerden hatırlarız bu ismi, nerede dinlemişizdir derseniz; aldığı konservatuar eğitiminin de etkisiyle uzun yıllar klasik müzik orkestralarında çalmış, Türkiye konserlerinde Belle and Sebastian’a eşlik etmiş; Rashit, Mor ve Ötesi, Direc-t, Ömer Özgeç, Şenova Ülker, İdil Biret, Suna Kan, Ayşegül Sarıca, Shlomo Mintz, İbrahim Yazıcı gibi bir çok isimle sahnede, stüdyoda çalmış. Biraz daha mutfak kısmında, bazı TV kanallarında yaptığı müzik yönetmenliğinden animasyon & dizi & film müzik besteciliğine ve seslendirme sanatçılığına kadar ses dünyalarına dair birçok üretim alanında varlık göstermiş Güneş. Son yıllarda kendi şarkılarını paylaşıyor bizlerle. Kendi adıma şarkılarına çektiği video kliplerinin renkleriyle aklımızda bir hikâye, bir an hissi kalsın istiyor gibi şeyler düşünüyorum.
2 Temmuz’da her aşamasında kendisiyle yol aldığı yeni teklisi “Bence Gerçek Hepsi” tüm platformlarda!
Güneş Özgeç ile de müzik dünyasına dair problemleri, pandeminin eklediklerini, umutları ve umutsuzluk noktalarını konuşmak için buluştuk. Bu sohbette diğer görüşmelerde de denk geldiklerime yolumuz düşerken başka dertleri de hatırlamak gerektiğinin üzerinde durduk…
Zaman ayırdığın için teşekkür ederim sevgili Güneş. Herkese sorduğum soruların aynını sana da sorup müzik insanlarının içinden geçtiğimiz süreçlerden nasıl etkilendiğini ya da etkileniyor olduğunu anlamaya çalışıyorum. Sade bir yerden, müzisyenden dinlemek maksat anlayacağın… Kısaca, bilindik o ilk soruyla başlayalım. Pandemin nasıl geçti?
Ben teşekkür ederim. Şöyle, pandeminin ilk başlarında kendi hayatım ve dünyam da biraz karışıktı. O yüzden, ilk dönemler orada bir savaş vermekle geçti diyebilirim. Zorluydu, ama bugün toplamına baktığımda güzel, diyeceğim. Çünkü, kendi şarkılarımı yapmaya başladığımdan beri üretimlerimi her şeyini kendim yapabildiğim bicimde yapıp sunmak istiyordum; ama yola çıktıktan sonra öyle olmadı. Hem kendimi orada tartmaya hazır hissetmedim belki, hem de kadın olmanın getirdiği bir sürü bir şey var. Başka sektörler de oldukça erkek egemen ama müzik sektöründe… Dünyada yüzde üç gibi bir oran kadın prodüktörlerin varlığı düşünsene… Neyse, şu an işte 2 Temmuz’da yayınlanan parçamın her şeyini ben yaptım. Kayıttan prodüksiyonuna… İşte o bilgimi kullanma noktasında atmaya cesaret edemediğim adımı pandeminin başında yaşadığım karmaşık, tatsız süreç attırdı diyebilirim. Tüm bunlara dair bir cesaret verdi o süreç ve masanın başına oturdum. Bazen belki böyle tatsız zamanlar gerekiyor, çıkan şeyden bu açıdan da memnunum. Çok istediğim o her şeyini kendin yapma kısmına cesaret edebildiğim için çok mutluyum…
Senin adına ben de mutlu oldum bunu duyunca… Beat By Girls’ün ilk youtube açılış etkinliğinde de bahsetmiştin bu cesaret meselesinden. Tahmin etmiştim böyle naif bir yanı olduğunu ve hak veriyorum işin prodüksiyon kısmındaki erkek egemen hâle… Bir yandan da düşüp kalkmalı bir süreç geçiyor işin mutfağında, kayıt sonrasında…
Evet… Pandemiyi bir daha düşününce aslında biraz işte şanslı da hissediyorum. Hem bu açıdan hem de birkaç online konser ayakta kalmama da yardım etti. Onu bir şans gibi görüyorum kendime. Yani, sadece enstrüman çalan bir müzisyen olsaydım belki onlar olmayacaktı. Kendi üretimlerimi yaptığım için, şarkılarım olduğu için sponsorlu bir iki online konser verebildim. Geçtiğimiz yazın ilk gevşemelerinde bir iki konserim oldu, jazz festivalinde çıktım örneğin. Onlar da olmasaydı kaybolabilirdim gibi hissediyorum.
Kendi adıma çok önemsediğim disiplinler arası hâl senin üretim dünyanda da hâkim. Seslendirme, film müzikleri gibi işlerde de izin var. Böyle bir yelpaze görünce, özellikle böyle süreçlerden geçerken, üreten adına ben de mutlu oluyorum. Enteresan bir denge var çünkü müzik susuyor, dizi devamda filan. Varlık gösterebilecek bir alan bulma şansı, üretim bir kanaldan devam edebiliyor…
Evet, kesinlikle. Mesela birçok şey bitti, ama animasyon müzikleri devam etti arada. Akmasa da damladı diyebilirim, bir şey beni hep bağladı o anlamda. O gerçekten iyi oldu.
Peki, herhangi bir meslek birliğine bağlı mısın Güneş?
Evet, MSG’ye…
Bu süreçte, MSG mensubu olmak sana ne deneyimletti? İyi ya da kötü…
Hmm… Yani aslında pek ilişki içinde olmadım bu süreçte onlarla. Onlar sadece telifi toplayıp dağıtıyor maddi anlamda.
Peki, destek alabildin mi sen?
Ben biraz şöyle bir ruh hâlindeydim; o hani ilk destek verileceği zaman video çekip gönderelim istediler ya… Üç ay yedi yüz elli lira gibi bir şeydi yanılmıyorsam. Onda bir kere video gönderip müzisyen olduğumu kanıtlama gerekliği gücüme gitti açıkçası. Ben on yaşımdan beri müzisyenim. Konservatuar mezunuyum. Ne videosu… Zaten kim olduğum, neler yaptığım, yapmış olduğum belli filan… Ona yanaşmadım o yüzden. Bir yandan da şöyle düşündüm, ben bir şekilde şu ya da bu şekilde kendimi idare edebiliyordum kapanma sürecinde. Ama örneğin, yalnız performansla para kazanan müzisyenler var. Keman çalıp evini geçindiren aile babaları vs var. Onlar alsın diye düşündüm. Ben şanslıydım, evimden çıkmak zorunda kalmadım, kedilerim aç kalmadı vs. O yüzden ilk pakete başvurmadım bile böyle şeyleri düşünerek. İkinci destekte de bu üç bin gibi bir meblağ verildi hani… Onun için de vergi mükellefi olmak gerekiyordu. O da sadece zaten benim gibilerin başvurabildiği bir destek paketiydi, işte o zaman başvurdum ve aldım evet.
Aşı durumları ne oldu peki senin cephende?
Aşımı oldum. Müzisyenlere çıkardık dediklerinde de zaten müzisyenlere çıkarmamışlar. Orada da kandık, diye düşünüyorum. E zaten herkese çıktı… Onu reklam kampanyası gibi yaptılar… Devamlı bir şey oluyordu ülkede, o ara da bir şey oldu. Hah! Kısıtlama koşulları değişti ama müzisyenlerin lafı bile geçmedi ya…Onun üzerine, tamam müzisyenlere aşılama başlıyoruz, dendi. Ama zaten yaş durumları, stok vs derken herkese aşı hızlandı… Aşımı oldum yani kısaca.
Geçmiş olsun…
Teşekkür ederim, onunla ilgili de elbette şüphelerim var, ama olmamak da olmaz.
Haklısın, sanırım hepimizin şüpheleri var. Ben de kendi adıma geleceğe dönük bir çalışmanın parçası olmak, birbirimiz için denek olmak gibi bakıp kendimi sakinleştiriyorum (Biraz aşıyı biraz virüsü konuşup müziğe dönüyoruz). Peki, şu anda herkesin başka bir koldan çabalama hâline gelsek. Müzisyeninden müzik yazanına herkes bir şey yapmaya çalışıp bir diğerine destek olurken kendince bir şey de söylemeye çalışıyor. Bu koşturmayı nasıl buluyorsun?
Çok iyi buluyorum. Biz de ilk sezonda diyeyim (gülüyoruz), Dirsek Teması diye bir şey yapmıştık, Haluk Levent’in Ahbap Platformu üzerinden. Altı müzisyendik; Can Güngör, Nilipek, Dilan Balkay, Tuğçe Şenoğul, In Hoodies ve ben. HOOD Base ve Onaranlar Kulübü başlattı bunu da. Zoom üzerinden sohbet organize edildi, bu oturuma katılmak isteyenler bilet alarak bizlerle buluştu. İşte o toplanan para da Ahbap Platformu üzerinden işsiz kalan müzik sektörü çalışanlarına aktarıldı. Yani bu tür kolektif çabaları, dayanışmaları çok iyi buluyorum. Ama mesela, arada iletişim kopukluklarımız oluyor. Örneğin en son bir enstrüman satışıyla geliri yine işsiz müzisyenlere aktarma girişimi oldu. Ben de ona katılmak çok istedim, satmak istediğim bir kemanım vardı elimde. Orada satılıp böyle dönüştürülsün istedim. Ama bir şekilde haberleşme ağında kopukluklarımız oldu. O yüzden devamlılığı çok önemli bence bu tip çalışmaların.
Çözüm yönünden bakarsak bunlara?
Bunlar elbette çözüm olacak şeyler değil, sorunlarımıza. Sadece, destek bunlar. Bireysel, kolektif destekler. Elbette ki devletin bir şeyler yapması gerekir böyle zamanlarda. O da bence üç bin lira vermek olmamalı. Bu ekonomik gündemde, üç bin lira ile kim ne yapabilir, bilmiyorum. Herkes aynı yaşam standardında yaşayamıyor ki bu ülkede. Adamın mesela beş tane çocuğu var, her gün meyhanede keman çalıp onları doyuruyor diyelim. Ona gerekiyor bir şey mesela. Üç bin lira ile ne yapabilir ki…
Bu röportaj serisi için görüştüğüm çoğu müzik insanı hem bireyselleşen ortamdan hem de ayakları üzerine duramayan müzik dünyasından duydukları mutsuzluğu dile getirdi. Müzisyenlerin devlete bel bağlamadan böylesi süreçleri kotarabilirliği için ne düşünüyorsun?
Müzisyen zaten devlete bel bağlayabilir bir durumda olmadı ki hiçbir zaman. Bu hep böyleydi zaten. Bombalar patladığında da başka şeyler patlak verdiğinde de ilk iptaller gözden çıkarmalar müziğe dair oluyor. O yüzden evet… Kesinlikle oraya bel bağlamayacak şekilde organize olmak lazım. Ama işte olunamıyor… Müzik birliği bunu sağlamıyor. Sendika gerekir bunun için bence. Oyuncular Sendikası var örneğin, ama müzisyenler için bir sendika yok… Şimdi yapılan veri çalışmaları da ulaştı bana. Açıkçası çekindim biraz. Telefon numaramı da vermek istemedim. Halbuki mail adreslerimiz varken ona gerek var, diye düşündüm. Fikir oldukça iyi, belirleyiciliği açısından da hoşuma gitti. Ama formu doldururken telefon numaramı vermek istemedim mesela ve doldurmadım bu yüzden. Benim gibi düşünenlerin de sayısının az olduğunu düşünmüyorum.
Bunları konuştuktan sonra, sosyal güvence durumunu merak ediyorum.
Sosyal güvencem var, SGK’lıyım. Zamanında TRT’de seslendirme yapıyordum. TRT o zaman, serbest meslek erbabı olmayanlarla çalışmama kararı almıştı. İşte o zaman ben de belki on beş yılı vardır bunun, kayıtlı para kazanabilmek için serbest meslek erbabı olmuştum. Defterin oluyor, vergi mükellefi oluyorsun yani. Vergi mükellefi olduğum için de sosyal güvencemi ödemek zorundayım. Şimdi de devam ettiriyorum kayıtlı – vergili çalışma halini…
Bir müzisyenin bazı kurumlarca esnaf kılınmaya mecbur bırakılma hâlini düşünüyorum Güneş’in kendi örneğini dinlerken. Şu an bir sosyal güvencesi olsa dahi, bunun oluş biçimi de tıpkı diğer görüşmelerde paylaştıklarımız gibi, zahmetli ve üreteni bir anlamda müziğin dışına itiyor gibi… Bu yüzden durum böyleyken, Güneş’in söylediği bu sendika meselesi sohbetin kalanında kafamda dolanıp duruyor. Ben de bu fikirle ve çokça konuşulan bir araya gelemeyişten yakınılan ortamda, geçtiğimiz günlerde ICTM Türkiye ayağında yapılan Müzik ve Dans çalıştayını düşünüyorum. Orada da konuşulan, tartışması sektirilmeyen konu, müzik ve dans ekseninde direniş, bütünleşme ve ayrışmaydı. Aklımda kalanları Güneş’le de paylaşırken Bengi Çakmak’ın çalıştayda sunduğu metodolojik araştırmasını dinlediğim sıra kafamda döndürüp durduğum müzik sektöründe bir bütünleşme hâli, mevcut durumdan çıkabilecek yeni ekosistemler meselesini soruya döndürmeye çalışıyorum. Güneş’e bir bütünleşme ihtimalini ve bunun geçebileceği yola dair ne düşündüğünü soruyorum. Ondan okuyalım;
Bence bu bahsettiğin bütünleşme, çok iyi olurdu. Ama, bizde birazcık herkesin kendi üretimini ayağa kaldırma durumu var. Başka disiplinlere çok kapalıyız. Ben konservatuvarlıyım diye, bana çok burun kıvrılmıştır mesela. Ya da türkü söyleyene… Herkesin aynı yerden bir şey üretmesi gerekirmiş gibi bir hava seziyorum ya da neyse o doğrusu yanlışı… Hâlbuki hepimizin rengi başka. O yüzden biraz uzak gördüğüm bir ihtimal benim ‘bütünleşme’ olarak düşündüğümde. Olmaz diye de bir şey yok ayrıca, bize bu dar kalıplardan kurulmamız için çok da faydalı olur. İhtiyacımız var…
Güneş bu söylediğin benim için çok ilginç, çünkü görüşmelerimin ortak paydası bu oldu gibi. Belki de ben üretim biçimleri birbirine çok yakın insanlarla görüşüyorum şu ara bilemiyorum, ama bu baya ortak bir dert gibi… Yine de bir bütünleşme, biraradalık olamayışı çok ilginç geliyor bana…
Belki kaçınılmaz oluyordur, farkında olsak bile…
Öğrenmiş miyizdir peki sence bu süreçten?
Mutlaka… Her durumda bir şey öğreniyor insan. Gözlemlediğim kadarıyla kişisel bir şey olduğunu düşünüyorum bu öğrenme, ders çıkarma hâlinin.
Tam da burada, öğrendiklerimiz öğrenemediklerimiz, kaçamadıklarımız derken konu dertlere dayanıyor… Aslında belki de işte o bireysellik herkesin dert ettiği şeyin çekirdeğinde yatıyor. Kadın müzisyen olmakla ilgili konuşuyoruz buradan hareketle. Kadın müzisyen, diye tanımlamak beni rahatsız edince Güneş’in söylediği bir şey bana çok iyi geliyor.
Aynen beni de çok rahatsız eden bir kullanım bu. Ama mesela ben şu an yaptığım işin altını çizme ihtiyacı duyuyorum. Çıkan son parçamı, bir kadın olarak full prodüksiyon kayıt dahil, kendim yaptığımı şu an parlatmak istiyorum. Söylemem de gerek, bundan nefret de ediyorum. Ama ilk etapta, bunu çok dile getirmek, göstermek gerek. Çünkü gerçekten sektörde çok azız. Eninde sonunda o “kadın müzisyen / kadın prodüktör” demek çok kötü bir yerden geliyor… Ama işte erkek müzisyen demiyoruz, erkek prodüktör demiyoruz. Bunu şu anda söylememiz lazım. Altını çizmemiz lazım ki çoğalalım, ilerde bunu söyleme ihtiyacı duymayalım. Bunu biraz da bana da olduğu gibi, başka kadınlar da cesaretini toplayamıyordur yok ben yapamam, diye düşünüyordur, diye söylüyorum. Ben deneyimledim bunu. Ve müzik sektörüne dair herhalde en büyük derdim de bu… Başka kadınlar da üretsin, cesaretleri kırılmasın. O yüzden altını çizmekte, şimdi en azından, sakınca görmüyorum. Diğer dertlere de gelirsek, devlet ile ilgili olan kısmına çok alıştık. Iki taraflı bir mesele… Aklıma sendikalaşma geliyor yine işte… Bir birlik oluşturulsa gerçekten çok güzel olur. O da zaten bugün oluşsa, sorunlarımız hemen çözülmez. Zamana ihtiyacımız var… Ve bir an önce bir atılım yapmak lazım…
Güneşle olan sohbet, gelir dengesizliklerini oluşturan durumları, müzisyenin kayıtlı olmadığı için aldığı risklerle kendi piyasasını nasıl etkilediğini, mevcut bakış açılarının bunu kendi avantajına nasıl kullandığını konuşuyoruz. O da sendikalaşma üzerinde dururken, müzik yapmanın ana mesaisi olduğunu ama böyle bir sendika olursa elbette içinde yer almak isteyeceğini belirtiyor.
Sanırım bir sendika olursa müzik dünyasına dair oldukça geniş bir araya geliş yaşanması gerekiyor. Müzik üzerine düşünen, akademik ya da değil yazıp çizenleri de sahne üzerinde ve gerisinden para kazananı da… Üstelik belki şirketler, organizasyon firmaları bile böyle bir birlikle yeniden şekillendirilebilir.
Güneş’le sohbet öyle güzel aktı ve o öyle akıcı, toparlayıcı bir şekilde anlattı ki daha evvel tanışıyormuşuz da yarın öbür gün bir yerde buluşurmuşuz gibi bir hisle ayrıldım zoom odasından. Eh yakın zamanda öyle bir imkân olur mu bilinmeyeceğinden, ben de görüşmemizin gerçekleşmesi için çekiminden dönmesini beklediğim video klibi açıp Güneş’le orada yeniden buluştum. Sizlere de “Bence Gerçek Hepsi” ni ısrarla tavsiye ediyorum. Hem şarkının kendisini hem video klibi çok beğendim. Zaten bence Güneş’in şarkılarını bize anlatan videolarında başka bir tat var. Bu parçanınkinde de renkler, maskeler, kıyafetler, Kapadokya’nın derinliği, kullanılan imgeler… Klip üzerine oturup yazası geliyor insanın. Dinçer İşgel’in işiymiş o da. Ne güzel iş birliği olmuş.
Sizlere iyi seyirler ve iyi dinlemeler olsun. Ben kendi adıma müziğin buluşturduğu ve buluştuğu noktaları anlamaya çalışan bir kadın olarak, Güneş’in kendi cesaretinin aldığı yolu paylaşmasına teşekkürle tamamlıyorum bu buluşmayı.