“…Çoklu bilinmeyenlerin içinde olduğumuz bir aralık / geçiş sürecinde gibiyiz. Bu yüzden her şeye biraz şüpheyle yaklaşıyoruz. … İnsanların yakın bir tavırda buluşması zaten anlaşılabilir bir şey, ama konu Türkiye’de müzik gibi bir yere geldiğinde o zaman işler biraz değişiyor. …” Şenoğul ile görüşmeden.

Serinin bu görüşmesinde konuğum Tuğçe Şenoğul. Sevenlerinin malumudur, kendisi de röportaj serisinin kalanındaki sanatçılar gibi, farklı disiplinlerde kulaç atan bir isim… Kullanmayı çok sevdiğim tabirle heybesi dolulardan. Söz yazarlığı, fotoğrafçılık, ressamlık, prodüktörlük ve hatta bence biraz da performans sanatçılığı… Birçoklarımız kendisini müzik dünyasında kolektif çalışmalarla tanıdı diye düşünüyorum. Benim için, 2017 yılında çıkardığı tekliden bu yana, bazen beklemediğim anlarda karşıma çıkan bazen de benim dönüp dönüp baktığım bir müzisyen Tuğçe Şenoğul. Kendi adıma video kliplerinin renklerinden kurgusuna, şarkılarını sunuş ve anlatış biçimine kadar önce dikkatimi; sonra da dönem dönem demlenmesi, durup beklemeleri, her an göz önünde olmayışıyla merakımı cezbeden biri…
Biz görüşmemizi temmuz ayı sonunda yapmış olsak da müzik dünyasındaki sıkıntı ve sorunlar geçmiş değil. Müzik dünyasının kıpırtı faslını henüz geçip hızlandığı günlerde bir araya geldiğimizde pandemi Tuğçe’nin de gündeminden henüz düşmemişti. Bugün de okuyacağınız sohbet güncelliğinden bir şey kaybetmiş değil. Ben yine de Tuğçe’nin üslubuyla bir daha hatırlayalım isterim birkaç ay önce konuştuklarımızı. Ez cümle, son iki yıldır konuştuklarımızı gündemde ne kadar tutarsak o kadar iyi. Özellikle de müzisyenin ağzından…
Müzik dünyasının kucağında ağırlığı ile bekleyen sorunların çözümüne, değiştirilebilir ve iyileştirilebilir olana önce kendi üretim alanından başlayarak bakmaya ve bunu deneyimlemeye çalıştığı bir süreçteydi Şenoğul biz bu sohbeti gerçekleştirdiğimiz sıra. Bu deneyim alanından gelecek yeni şeyler önümüzdeki günlerde bizlerle buluşmayı bekliyor.
Tanıştığıma ve sohbet etme şansı bulduğuma çok memnun olarak bu görüşmeyi sizlerle paylaşıyorum. Başlayalım mı?
Merhaba Tuğçe, tekrar teşekkür ederim bana zaman ayırdığın için. İlk sorum hep aynı, gerçi artık emin değilim pandemi konuşuluyor mu hâlâ ama, pandemi sürecin nasıl geçti?
Konuşuluyor galiba. Birileri konuşmuyor belki, ama benim hâlâ gündemimde diyeyim. Pandemi benim için (düşünüyor)… İnsan çok ilginç bir varlık, bir şeylere ayak uydurma hızımız beni her zaman etkiledi, etkiliyor. Dolayısıyla, hepimiz kendi adımıza daha huzurlu hissedebileceğimiz yöntemleri bulmaya çalıştık. Bazen bulamadık belki, ama bu böyle kendi içinde devinen bir süreç oldu. Benim için de bazı zamanlar çok üretken, belki normalde olmadığı kadar, bazı zamanlar da hiç olmadığı şekilde üretmediğim bir hâlde geçti. Özellikle pandeminin başları çok verimliydi, evde beş ay kadar yalnız bir zaman geçirdim ve o süreç epey yoğundu benim için. Sonra biraz koptum açıkçası, yani üretimden hiçbir zaman tam anlamıyla kopmuyorsun tabii ama şimdiden bakınca besleyici olan bir zamana girdiğimi fark ediyorum o zamanda. Galiba hepimiz için kendimize başka bir yerden yakınlaştığımız, bilmediğimiz yanlarımızla tanıştığımız bir zaman da oldu. Fırsat gibi… Benim için de öyle oldu. Onun dışında evden canlı yayınla konser yapma deneyimini de yaşadık, onlar da keyifliydi.
O deneyim senin için nasıldı? Yani başka bir kaygı hâline rağmen alışkın olduğun şeyi devam ettirmeye çalışmak, aradaki ekran filan…
(Biraz düşünüyor) Yeniydi, ilginçti. Yani canlı yayınları açarız bazen, sohbet etmek, etkileşmek için dinleyicimizle… Ama tabii konserlerin olduğu dönemde olmasıyla böylesi bir dönemde o canlı yayını açmak arasında bir fark vardı. Böyle bir kavuşma gibi… Kavuşamıyoruz aslında ama kavuşmaya çalışıyoruz gibi, bu taraftan da çok duygusal, çok yüksek. Fakat işte arada ekran var, göremiyorum gözlerini… Bir yandan da etkileşimi çok yüksek, doğrundan. Konserde hissettiğin, bakıştığın, aynı etkileşim alanına girdiğin insanlarla aslında yazı üzerinden bir buluşma yaşıyorsun… Altta akan o mesajları görmek değişikti benim için. Bir taraftan da o kadar özledik ki konser vermeyi, bu bir anlamda hasret gidermek gibi… Evimdeyim, olduğum yerde yalnızken olduğum hâlde bir sürü insanla şarkılarımı paylaşmak, benim için yeni bir şeydi gerçekten. Kıyaslamak da istemem, bambaşka şeyler çünkü. Tabii ki insan sahnede olmak, göz göze bakmak istiyor ama o da başka bir şeydi.
Online- canlı konserlere dair bugüne kadar duyduğum en naif ve olumlu yorumu yapıyor Tuğçe. Viral Mevzular serimiz boyunca da konuştuğumuz müzik insanlarıyla çoğunlukla ekranın koyduğu filtre üzerinden bir kıyas üzerinde durmuştuk. Kıyasa gerek olmadığı, ikisinin bambaşka şeyler olduğu vurgusunu üreten birinden duymak güzel yol aldığımızı hissettirdi. Duyduğum en naif yorum olduğunu Tuğçe’yle de paylaşınca gülüşüp sohbetimize devam ediyoruz. Kapanma sürecinde müzik dünyasının sorunlarına çözümler arayan kolektifleri soruyorum ardından ve sorum sırasında “Tuğçe Şenoğul olarak nasıl yönettin süreci?” diye bir lâf ediveriyorum… Kendisinden okumaya devam edelim;
Süreci Tuğçe Şenoğul olarak yönetmek gibi bir şey söz konusu olmadı, öncelikle. Her şey doğal, akışında gelişti diyebilirim. HOOD Base, Murat ve Artemis, ile kurduğum ilişki pandemide daha da derinleşti. Birbirimizin ‘nasıl’ olduğunu gözeterek ve başka birçok arkadaşımla geçirdik o dönemi. Onlar genel olarak müzisyenler için çok şey yapmaya çalıştılar bence ve sonra Olmadı Kaçarız’ın da devreye girmesiyle birlikte bir konser verdik arada. Moda Sahnesi’nden canlı yayınlandı. O mesela, çok yüksekti (heyecanla söylüyor bunu). Kaç sanatçıydık hatırlamıyorum, kalabalıktık ve kuliste birbirimizden ayrılamadık. Herkes çok heyecanlı, çok mutluydu ve bu HOOD Base ile Olmadı Kaçarız’ın vesilesiyle oldu. Onların yaptığı online görüşmelere, panellere de ne varsa katılmaya çalıştım. Müzisyenler için çok zorlu bir süreçti ve bir şey de geride kalmış değil o anlamda. Birçok müzisyen hâlâ konser veremiyor. Zaten aslında bu uzun zamandır da bir problemdi, pandemide daha göz önüne geldi. İşte belli meslek birliklerine Mesam, MSG gibi yerlere üye olan sanatçılarla olmayan sanatçılar arasındaki farkı da çok net fark ettik bu dönemde.
Sen destek paketlerinden faydalanabilmiş miydin? Müzisyenlerden talep ettikleriyle ilgili ne düşündün, hissettin? Biraz yaralayıcı taleplerdi anladığım kadarıyla…
Ben de öyle hissedenlerdendim tabii, ilkine katılmadım. En son açıklanan paketten yararlandım (acı acı gülüp biraz ağırdan alıyoruz burada). Gördüğüm şey, sanatçılardan talep edilen şey bana hiç hoş gelmedi. Ve katılmak, dahil olmak istemedim. Sanki müzisyenliğini ispatlamak gerekiyormuş gibi… Konunun dışında bir şeyler var bir yandan da işte mesaj atıyorsunuz bir yerlere vs. filan… Mutlaka bunu talep edenlerin sistemleri içinde kendilerince bir nedeni vardır, fakat bana göre değildi o kısmı.
MSG üyesisin değil mi?
Evet.
Sohbetimizin burasında seri içinde denk geldiğim deneyimlerin, okuduklarımın kendimce bir sağlamasını yapmak ve başka bir müzik insanın deneyimini anlamaya çalışarak resmi güvence ve devlet nezdinde tanınma konusunu açıyorum. Tuğçe’nin vergi numarası ya da serbest meslek erbabı gibi bir belgesi yokmuş. Her şeyin bağlı olduğu şirketi, Şalgam Records üzerinden halledildiğini aktarıyor. Msg üyeliğinin şaşırtıcı deneyimlerinden devam ediyoruz sohbetimize.
Gelen talepler beni sahiden şaşırttı. Bir yılbaşı mesajı beklendi, bir anket doldurmamız beklendi… Gözlemlediğim kadarıyla da birileri doldurdu birileri de doldurmadı bu anketi ve desteği aldı. Bir yandan da karışık bir dönem, her şey bu kadar karışıkken bir şeylerin düzgün işlemesini beklemek, istemek hakkımız diye düşünüyorum. Ama tabii işte herkes çok bocaladı. Yine de bütün o bocalama içinde bir şeyler daha düzgün yapılabilirdi. Düşünüyorum mesela, sokak müzisyenleri ne yapıyor? Onlar neredeler bu karmaşa içinde? Onlar nereye bağlılar? Birçok insan ailesine sokakta müzik yaparak bakıyor. Bu yardım paketleri bu insanları kapsamadı, diye düşünüyorum. Özünde, bu paketler kalıcı çözümler gibi gelmedi bana. Bu destek paketlerinin birinden faydalanmış bir sanatçı olarak söylüyorum bunu. Kalıcı çözümler değil…
Peki, kalıcı çözümlere giden yol nerelerden geçer sence?
(Biraz nefes alıp duruyoruz burada) Her şeyin başında üretimin ne kadar değerli bir şey, hâl olduğunu, sanatın ne kadar değerli olduğunu bir hatırlamak gerekiyor. Böyle bir eksiklik olduğunu düşünüyorum. Belki öyle bir gözle bakıldığında o zaman bu değerler daha fazla gözetilebilir, özenle yaklaşılabilir. Şimdi mesela ben ‘sokak müzisyeni’ diye tanımladım, baktığında, müzisyen kelimesinin yanında bir alt başlık gibi bahsettim ondan, sanki ayırarak bahsetmişim gibi oldu… Bunu yaptım çünkü, bu şekilde sisteme girmemiş müzisyenler olabileceğinden bahsedebilmek için söyledim, ama aslında böyle bir tanımlama olmamalı. ‘Sokak sanatçısı’, ‘sokak müzisyeni’ diye bir alt başlık olmamalı. Sanatçının kendini böyle tanımlaması ayrı bir şeydir, ama bizim var olan sıkıntılarımızdan bahsederken böyle bir ayrım yapmak durumunda kalmamız hiç hoş değil. Sanatla ilişkili olan herkesin içinden geçtiği durumun, pandemiden bağımsız, çok dikkatli gözlenerek özenle desteklenmesi gerektiğini düşünüyorum. Bunun için de yeni fikir alanlarının açılması, çünkü belli ki eski fikirler çalışmıyor, ayrım yapmadan streamingi ölçüt almadan, sanatçıların eşit koşullarda faydalanabileceği bir alt sistem oluşturabilmek… Bu zaten bence ivediyetle bir ihtiyaç ülkemizde.
Evet, pandemiden oldukça bağımsız bu…
Kesinlikle. Yani, birileri için bazı mekânlarda konser vermek bir hayal olmamalı örneğin. Ya da birilerinin avantajı olmamalı bunu yapabildiği için. O konserleri verebilen insanların hayatta kalabilmesi, gibi bir algının çok acil bozulması gerektiğini düşünüyorum. Bu anlamda Ezgi Özkan ile de yaptığın röportajla öğrendiğimiz bir sürü şey oldu aslında. Sistemde ciddi açıklar olduğunu gözlemleyebiliyoruz artık. Dijital dünya üzerinden de görebiliyoruz bunu, ama bu işin geneline hâkim bir sorun. Yani temelde değişmesi gereken açıklar… Belki müzisyenler de elini taşın altına koyabilmeli, belki hep birlikte düşünerek bulabileceğimiz bir sistem. Öte yandan da kendimizi ve günü kurtarmakla o kadar meşgulüz ki… Çok da anlaşılabilir bir yandan, çünkü hepimizin yaşadığı bir sorun bu ülkede… O yüzden kendimiz bir tarafa, bu sistemi Türkiye’deki müzik algısı üzerinden konuşmamız, bunun üzerinden bir fikir üretmemiz işe yarayabilir diye düşünüyorum. Bununla ilgili bazı girişimlerimiz oldu aslında. Mesela Olmadı Kaçarız konseri çıktı sonrasında. O yaptığımız görüşmeler pandemi süreci ile ilgiliydi daha çok, nasıl destek olabiliriz ve neler üretebiliriz gibi… Başka konuşmalarımız da oldu, fakat bir uygulamaya geçilmedi. Yani işte, yeni bir sistem için bunun üzerine eğilmek, sorumluluk almamız hepimiz için güzel olur.
Seni dinlerken, ortak tavır üzerine düşünüyordum. Gözlemlediğim kadarıyla, aslında türler arası çizgiler epey incelmişse de ‘scene’ler arasında hala katı çizgiler var gibi duruyor. Ancak farklı ‘scene’lerden konuştuklarımdan duyduklarımla da dertleri birbirine çok yakın. Bu röportaj serisi fikri de biraz öyle bir gözlemle gelişti. Müzisyenin kapısını çalınıp ‘sen ne düşünüyorsun?’ diye sormanın kıymeti, bu bahsettiğinle buluşuyor bir anlamda. Umarım işe yarar, diye düşündüm bir kez daha… Bahsettiğim yakın dertlerden, mutsuzluklardan bir tanesi bireyselcilik mesela, sen ne dersin bununla ilgili?
(Yine bir süre düşünüyoruz) ben neredeyim ve ben bunun için ne yapıyorum, sorusu geldi aklıma hemen sen bunu sorunca. O yüzden çok da bir şey söyleyemiyorum, çünkü bence ben de biraz öyle bir yerdeyim. Belki ben de bu bireysel bir tutum içindeyim. Kendi erişebileceğim çevremde birtakım adımlar atmaya çalışıyorum tabii, ama nihayetinde bunlar devrimsel hareketler değil (gülüyoruz). İnsanların yakın bir tavırda buluşması zaten anlaşılabilir bir şey, ama konu Türkiye’de müzik gibi bir yere geldiğinde o zaman işler biraz değişiyor. Aslında hepimizin pandemiyle öğrendiği, bundan sonrasını daha fazla düşündüğü ve sorumluluk aldığı bir konu olmalı, diye düşünüyorum. O anlamda katılıyorum, evet bu bireysel tutum üzücü bir hâl, ama bunun içine dahil olduğumu da düşünüyorum. O yüzden bu hep beraber değiştirmemiz gereken bir şey, diye düşünüyorum.
Tuğçe’nin söylediği şey yüzümde bir tebessüm bırakmış burada. Kaydı yazıya dökerken dönüp defterimde aldığım notlara bakıyorum. Bazı kelimeler arasında ‘özeleştiri’ gözüme çarpıyor. Altını kalınca çizmişim ve yüzümdeki tebessüm de boşuna değil, anlıyorum. Topluluk olmak, benzer tavra ve algıya sahip bir müzik dünyasını paylaşmak, o dünyalar içinde üretenlerin ‘bireysel’ kalmış tutumları, anlaşılabilir yanları ve artık oraların da kazılması gerekliliği… Özeleştiri; çözümleri, sorunları ve çıkmazları düşünürken yol almak için galiba en çok ihtiyacımız olan şey… Bu andan sonra, Tuğçe’nin de yalnız müzisyen olarak yaşamadığını, sanatın diğer dallarının çok içinde oluşuna biraz kapı aralamaya çalışarak benim dışardan bir gözle avantaj gördüğümün pandemide onun hayatını nasıl şekillendirdiğini soruyorum. Ondan okuyalım;
Ben fotoğraf üzerine eğitim aldım; sadece bana çok iyi geldiği, kendimi rahatlamak, zihnimi boşaltabildiğim ve meditatif bulduğum için resim yapıyorum yaptığım zaman. Müzik de benim yolum. Böyle cümlelerle bu süreci netleştirmek benim için çok iyi, faydalı oldu. Çünkü çok uzun süre her şeyi bir arada yapmaya / yürütmeye çalışmak, bazen birinde yükselmek bazen diğerinde… Odaklanmak anlamında söylüyorum bunu. Böyle olunca da birbirlerinden enerji çaldıklarını hissettiğim yerler oldu. Uzun süre fotoğraf üzerinden para kazandım. Orası daha rahat hareket edebildiğim, talep edileni ortaya koyabildiğim bir yerdi. Müzik mesela hiç öyle bir yer değil ve çok benim kendi dünyam gibi algıladığım, hissettiğim bir alan. O yüzden orada çok zorlanıyorum bana ait olmayan bir şeyin içinde olmakta. Bunun gibi şeyleri zamanla birbirlerinden ayırdım ve albüm süreciyle birlikte fotoğraf ile resim biraz çıktı hayatımdan. Sorduğun soruya dönecek olursam, birbirlerini besledikleri bir gerçek. Sadece beslenmeyi iyi gözetmek gerekiyor. Birbirlerinden çalmadan. Biraz buna dikkat etmeye çalışıyorum, hangisinin ne zaman hayatımda olacağına… Pandemide her şey iptal olup da zaman genişleyince orada daha çok ilişki kurduk resim ve fotoğrafla. Süreci benim için hafiflettiler diyebilirim… Şimdi müziğin benden daha çok ilgi istediği, benim daha çok müzikle ilgilenmek istediğim bir dönemdeyim.
Burada yine işi ekonomik boyuta getirip bu çok sanatlı hâlin oradan bir avantajı oldu mu diye soruyorum. Tuğçe’nin cevabı, hayır, oluyor. Sonraki sorum sosyal güvence, sağlık sigortası meselesi. Müzisyen ve sanatçılarla ilgili bir diğer görmezden geliş… Tuğçe’nin de sosyal güvencesi olmadığını öğreniyorum. Fakat başka bir yere dikkat çekiyor, sağlık anlamında annesinin emekli bankacı olması ve onun henüz ‘evlenmemiş’ bir kadın olması kişisel bir ‘şans’ yaratıyor. Acı acı güldüğümüz bu ‘şans’ diye dile gelen sağlık güvencesini de kalıcı görmediğini ve etrafında sağlık güvencesi olmayan arkadaşlarının yaşadıklarına bir ünlem iliştirerek dile getiriyor. Bazı tırnak içine aldığım kelimeler oldukça duygusal, üzerine biraz düşünelim istiyorum. Hem müzisyen ya da sanatçılar temelinde hem de kadın olma hâli temelinde. Zaten Tuğçe’de ona sorduğum soruyu cevaplarken, sahip olduğu bu güvenceyi ekstra bulduğunu ve konu bile edilmemesi gerektiğini, bu konuda da çok ciddi sorunlarımız olduğunu söylüyor;
Sanatla uğraşan insanların sağlık güvencesinin olmaması çok tuhaf değil mi, devletin sanatla uğraşan insanı yalnız bırakması bu…
Görüştüğüm her müzisyenle olduğu gibi, konuyu yine örnek niyetine Müzik Platformu’na, amaçlarına ve saha çalışmasına getiriyorum.
Denk gelmedim bu girişime (ben biraz içeriğinden bahsediyorum). Bu, bizim müzisyen arkadaşlarımızla da konuştuğumuz bir konuydu. Nasıl bir sistem olabilir, hepimizin hakları eşit bir şekilde nasıl gözetilebilir, diye. Öncelikle kayıtlı olmayanların sisteme kayıt edilmesiyle olabilir, gibi… Fakat orada da şu çıkıyor ortaya; kayıtlı olmayan insanların kendilerini kayıt ettirirken güvende hissetmeleri önemli. Sisteme kaydolan kişinin güvenli alanda kalacağının garantisinin verilebilmesiyle olabilir bu vaat edilenler. Her şeyin düzenli işlediği bir sistemde böyle bir kayıt oluşturmak elbette faydalı olabilir. Çoklu bilinmeyenlerin içinde olduğumuz bir aralık / geçiş sürecinde gibiyiz. Bu yüzden her şeye biraz şüpheyle yaklaşıyoruz. Bu çok anlaşılır geliyor bana…
Her görüşmede ucu açık bir soru olsun, müzisyenin ana derdi de o konuşurken ortaya çıksın seviyorum. Tuğçe’ye de tüm bu konuştuklarımızın üzerine gündemindeki ‘derdi’ soruyorum ve önceki röportajların tabiri yerindeyse beylik cümlelerini şöyle bir geçiriyorum. Tuğçe meselelerin değişimine dair, üst satırlarda bana tebessümle not aldırdığı kelimenin hakkını veren bir yerden anlatıyor. Özeleştiriyle, önce kendi üretim alanındaki değişmesi iyi olurlara bakarak, oradan başlayarak…
Etrafımızdaki çemberler daralır genişler, iş ki o çemberde bir yerlere dokunalım diyelim ve devam edelim;
Var tabii Tuğçe… Arkadaşlarımın hepsi çok haklı. Hepsi de yakın arkadaşım ve neden bahsettiklerini çok iyi biliyorum. Birlikte de konuştuğumuz, paylaştığımız şeyler bunlar… Az evvel de bahsettik bazı şeylerden işte, kendi adıma ‘ben bu sistemi değiştirmek için tam olarak ne yapıyorum acaba?’ diye düşündüğüm tarafları da paylaştım seninle. Bir taraftan da hayatımda eksik gördüğüm, kendimi iyi hissedemediğim, daha fazlası bizi daha mutlu eder, dediğim noktalar olsa da zamanla kendimi belki de biraz korumaya aldım. Ve şu an mümkün olduğunca üretimime odaklanıp oradan çıkanda ne kadar samimi olabilirim- kurgusal anlamda zihnin içine dahil olmuş bir şeyden bahsetmiyorum, arkasında durabileceğim bir histen bahsediyorum samimiyet derken- bunu ne kadar sağlayabilirim ona bakmaya çalışıyorum. Kendi hayatımda, kadın müzisyenlerin ayrımcılığa uğramadığı bir ortamı ne kadar yaratabilirim ne kadar bireyselci kalmam ne kadar hakları gözeterek üretebilirim, bunları düşündüğüm bir dönemdeyim. Pandemide aslında en yoğun bunlar oldu ve röportaj yaptığın arkadaşlarımla da konuştuğumuz meselelerdi bunlar. Bundan öncesinde, aslında bilmeden, yapmadığım bir sürü şey fark ettim ama işte öğreniyoruz ve bu değişimlere de en çok kendimizle başlamaya ihtiyacımız var. Yanlış da anlaşılmasın, sorunların ve eksik görülenlerin paylaşılması çok değerli ki bu sayede zaten bir şeyler değişebiliyor. Çok da güzel bahsediliyor bence, ben de o bahsedenlerin anlattıklarıyla kendi dünyamı karşılaştırıp benim için doğru, etik bulduğum şeyleri hayatıma alıp o değişimi yaratmak gibi bir yerdeyim. Şu anda da tamamen bir yenilenme sürecindeyim bu anlamda. Birlikte çalıştığım insanlar konusunda da öyle… Ve hayatımın bundan sonrasını öncemi, özellikle bu bahsettiğim şeyleri gözeterek yaptığım bir yere geçirmek istiyorum. Bu, benim için odaklanması çok daha çözüm getirebilecek, enerjisi çok daha yüksek, heyecanla yaşam enerjisiyle bana geri dönüşü olabilecek bir yer. O yüzden halihazırda bildiğimiz eksikleri nasıl daha çok tamamlamaya çalışabilirim, daha çok ona bakmaya çalışıyorum. Yani sana bir liste sunabilirim, şunlar eksik, bunlar beni çok rahatsız ediyor, bunlar beni çok üzüyor, diye… Ama bence hepimiz çok farkındayız bunların ve birilerinin bunlardan bahsetmesi dediğim gibi çok değerli. Ben de bu bahseden insanları dinleyerek, anlamaya çalışıp oraya nasıl katkıda bulunabilirim, bakmaya çalışıyorum. Bendeki yansımaları böyle… Ama yani işte bu cinsiyet ayrımcılığı her anlamda, bireysel hâl, bilmiyorum belki hayatta kalma dürtüsüdür, çıkar üzerinden kurulan ilişkiler, profesyonellikle ilgili yaşanan sıkıntılar… Baktığında konuşulacak çok fazla mesele var.
Son soru diye niyetlendiğim hiçbir sorumun son olamaması gibi Tuğçe’ye de üretim sürecinin nasıl bir seyri olduğunu, ne kadarında yalnız olduğunu soruyorum. Tabii arada ‘bağımsız müzisyen’ olmak tanımını masaya yatırıyoruz ve o hepimizin bildiği tanımın üstüne çıkarak Tuğçe şöyle bir şey söylüyor;
Herhalde işte büyük bir plak şirketine bağlı olmamaktan deniyor. Öyle bir katı yaklaşımım yok benim, haklarım gözetildiği sürece düşünebileceğim bir yer bir taraftan. Ama bugüne kadar bağımsız müzisyen olmayı seçtim, bir değişiklik olmazsa da böyle devam eder. Ben kendi ismimle bir proje yapıyor olsam da tamamen bir ekip işi var arkada, yalnız değilim. Baya kalabalığım aslına bakarsan. Sürekli başının etini yediğim arkadaşlarımı, bir şekilde birlikte çalıştığım ya da yakınım olan arkadaşlarımı konunun içine dahil ettiğimi düşünüyorum (gülüyoruz). Müzik üzerine sohbet etmek de olabilir, üretmek de olabilir her anlamda… Şarkıları kendi başıma yazıyorum, sonra onları bir prodüktör ile beraber dinlediğimiz hâle getiriyoruz gibi bir sürecim var benim. Demolarımı kendim hazırlıyorum, belki o anlamda üretim kısmı biraz yalnız, ama bu her zaman da böyle olmayabilir. Son zamanlarda yeni bir şeyler deniyorum bu anlamda. Tuğçe Şenoğul sürecinden bahsediyorum bu arada. Öncesinde yaptığım işlerde birlikte üretmek anlamında çok fazla deneyimim oldu o da çok keyifliydi. Tuğçe Şenoğul kısmında da benzerini denemeye başladım son zamanlarda, sıfırdan birlikte müziği doğaçlamak ve oradan çıkanla bize heyecan veren bir şeylerle devam etmek gibi… Ama ağırlıklı olarak ben bir şarkı yazıyorum, bir prodüktöre dinletebileceğim bir hâle getiriyorum ve ondan sonra da üzerinde çalışmaya başlıyoruz. Bir referans haritam oluyor nasıl bir şey hayal ettiğime dair, içinde renklerin ve seslerin olduğu bir harita… Ondan sonra üzerinde birlikte tartışmaya başlıyoruz, sonrasında da üretime geçiyoruz. Biraz böyle işliyor… İşin stüdyo kısmında birlikte çalıştığım çok fazla insan var. Hikâyenin çok büyük bir parçası orada. Kendi yöntemlerimi bulabildiğim, bunları paylaşabildiğim insanlarla çalışıyorum uzun zamandır orada da. Sonra görsel dünya var… Yani aslında hiç yalnız bir dünya değil ve daha ‘birlikte ürettiğimiz’ bir zeminin üzerindeyim şu an. Mesela, Gölgelerine albümü iki prodüktörlüydü. Taner Yücel ve Görkem Karabudak ile birlikteydik orada, şimdi bu albümde daha fazla prodüktör olacak.
Yeni albüm var o halde…
Evet bu vesileyle söylemiş olayım. Rengi, adı, az çok aurası belli olan bir yer bir albüm olacak bu. Tabii önce single vs şeklinde gelecek. Bir yol olarak düşünüyorum bu süreci, toplamında bir albüm olmasını istediğim bir yol. İşte orada birkaç prodüktörle çalışacak olma ihtimali beni heyecanlandırıyor. İşin diğer alanlarında da daha fazla kişiyle, yeni insanlarla çalışmak istiyorum. Biraz daha kalabalık olacak yani yoldaki albüm.
Albümün çıkış zamanıyla ilgili kesin bir tarih konuşmamaya çalışarak bu yeni heyecanı paylaşıyor ve öyle kapıyoruz sohbetimizi. Tuğçe’yle görüşmemizden bana kalan, biz müzik üzerine düşünüp yazmaya çalışanların, müzik dünyalarını inceleyenlerin müzisyeni işin içine çok dahil etmeyişini düşünmek oldu. Yani üretenin ve ürünün etki alanlarını merkeze almak, onu bu etkiden sanki biraz muaf tutma eğiliminin yaygınlığı… Tuğçe’nin söyledikleri ve pandemide gözlediklerimle özellikle bazı problemlerin çözümlerinde aktörlerin rol değişimine gidebileceğini, hatta belki kolektif olma hâline bakış açılarımızı yeniden gözden geçirmemiz gerektiğini düşünüyorum. Üretim biçimlerimizin, üretimin etki alanlarının değiştiği günümüzde sanatçı rollerinin de değişmesi kaçınılmaz. Sanırım pandemi biraz da buradan parmak salladı bizlere. Ne dersiniz?